Featured Posts Slider

Image Slider

Robin



Robinin halkı gibi dirildi kızıllar

Ekmeği tarladan adaleti yarla hak etti

Ölüm kuzular gibi beyaz ama masum

Aslan olana kadar bir ordu inşa etti

Kızıl ordu büyüdü batıda robinler doğdu

Zengin ayrımcılığı kibirle doldu

Halk garipti hak isteyen riyakâr

Kimin maskesi kimin dövmesi yeşilin

Irkı gavur topraklarından kafası kararmış

Zihinler kararmadan daha fikirler zararmış

Kitaplar yakılmış devlet üç insana teslim

Kraldan korkan tebaa sevdalısı

Korkutan kralı sigara sevdalısı

Yüreği aleve ömür boyu zindana mahkum

Adaletin asırlar boyu  hakimiyim mahlukatın

Bir hak için yaşamı devlete teslim

Yaşadığı candan başka emanet ettiği elim

Vehim bu yüzyılda icat edilen meşru yapı devletin

Uymak da karara  buyruk kesin halk riyakâr medeniyete

Yenilik ne gerek ne gerek devrim zenginlik bu halka

Tanrı onları kuru bir çamurdan yarattı

Ait oldukları çamuru özledi fukara

Bir robin doğdu ateşten ki şeytan ateşi

Yüreği alevlendi bu ülke içinde medeniyetin

Hayali gerçek oldu  mu bilmem

Vur sazı davula

Adetler hareketlendi

Hakaret sevgidendi kral da bir gün kaybetti

Yaz Okumalarım

 Erken Kaybedenler Emrah Serbes 

Erkek çocuklarının yaşadığı kırıklıkları görüyoruz. Neler etki ediyor hayatımızda, hayatın yükü omzumuza nasıl çöküyor, basit dertler bize nasıl büyüyerek  geri dönüyor? Bir zamanlar çocuktuk 17 yaşından bakıyorduk dünyaya ama büyüdükçe belki de bu bakış açısı değişmedi ama daha sabit bir hal aldı. Emrah Serbes hikayelerden oluşan bu kitabında oldukça yüzeysel ve yalın bir dil kullanmış. Acemice yazılan bu kitapta değerli olan konu ve olaylar. Yazar da bunu fark ettiği için çok önemsememiş yazım tarzını. Kitaba puanım 5.4/10



Thomas More Ütopia 


Raphael daha önce gitmediği bir ülkeye gider ve bu ülke diğer ülkelerden farklı olarak eşitlik adalet ve mükemmel bir uyumla yönetiliyor. Ulusların en iyisi ve moderni bulunuyor Ütopya'da. Platon Devlete benzeyen bu kitap dil ve anlatım olarak derin ve felsefi bir dille gerçekte var olmuş sayıyor bu düzeni. Arkadaşlarıyla diyaloglarından oluşan bu kitap hafife alınacak bir kitap değil. Kitabın tek eksiği anlattığı Ütopyanın Rusya'da ve birçok ülkede başarısız olmuş olması ama karanlık çağa ışık tutmuş Rönesansı yaratan bir kitaptan bahsediyoruz. Kitaba puanım 8.9/10



Franz Kafka Amerika 

Amerikanın fırsatlar ülkesi olduğunu hayal ederken bir fırsatlar ülkesi bulamamış aksine şiddet haksızlık ve yolsuzluk memleketi olduğunu anlayan Karl Rossmanın hayatını anlatıyor. 16 yaşında Karl Avrupa'dan Amerikaya yola çıkıyor. Senatör dayısının yanına gidip Amerikada rahat etmeyi hayal ederken başına gelmeyen talihsizlik kalmıyor. Dayısı yıllar önce fakir gidip orada zengin olmuştu oysa. Hikaye kitabın başındaki özgürlük heykelinin elindeki kılıçtan anlaşılmıyor mu? Emperyalizmin başkenti. Çalınan bavulunun bulunmasının sebebi de senatör yeğeni olması değil mi? Franz Kafka'nın hayallerinden betimlenen Amerika, bu kitapta tüm gerçeğiyle karşımızda. Olay örgüsü çok yavan ve sade kitabın tek eksiği bu bana göre. Kitaba puanım 7.1/10



Canan Tan İz 

İftiralarla dolu bir 2. evlilik ve çok başarılı bir avukatın intiharı. İntiharı çözmeye çalışan kızı annesinin tüm ısrarlarına rağmen intiharı çözebilecek mi? İntihara yoksa iki büyük aile mi sebep oldu? Bana göre piyasa kitabı olan bu kitap, basit ve ardında bolca günlük dil kullanmış Canan Tan'ın ilk kitaplarından. Sürükleyici ve heyecanlı bir aksiyonun içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Vedat ve Verdayı birbirinden ayıran bu acıklı hikaye yüreğe dokunuyor. Okuduğunuza pişman olmayacağınız bir solukta okuyacağınız kitaplardan. Alternatif Kitaba puanım 6.5/10


İskender Pala Katrei Matem

Deli sanıldığı kadar deli olmayabilir. Birçok akıllı da görülenin aksine delidir. Acı birçok insanı dibe sürükler önemli olan bu dipten seni çıkaracak başka bir amaç edinmek.

Kara Mehmet, Şehzade Ahmet ve Hoca Selman nasıl aynı kişi olabilir? Güzel kurgulanmış bir cinayet nasıl seri cinayetlere dönüşebilir? Patrona Halil İsyanının arkasında neden Osmanlı Hanedanı var? Pasarofçadan sonra Osmanlı nasıl bir buhranla karşılaştı? Birçok soruyu ele almış İskender Pala. Divan bilgisini kitabın içine katıp üslubuyla harmanlaması kitabı gerçeğe bir adım daha yaklaştırmış. Harika bir kitap özellikle Çöküş dönemi Osmanlıyı anlamak için. Hanedanın şaraplar içinde kadınlarla oynaşması ve bugünkü tarihçilerin bunlardan utanıp saklaması dönemi biraz buğulu gösteriyor ama o dönem alt tabakanın hâli ve yolsuzlukları ile 21. yy  Anadolu biraz uyuşuyor gibi. Açıkça ve iğneleyici bir üslup ile 3. Ahmeti ve Damat İbrahimi eleştirmiş Pala. İbrahimin neden asılmayı hak ettiğini de açıklamış. Kitabı okuduğunuz an her devletin bir karakteri olduğunu bu karakterin millet değişmediği sürece baki kaldığını anlayacaksınız. Harika bir tarih ve polisiye romanı. Keşke her kitap bu kadar etkileyici olsa. Kitaba Puanım 8.1/10





Neden Nermin Mehmet Çekiç Anadolu Lisesi

 



NMCAAL Şenliklerinden bildiğiniz gibi ismi duyulmuş kaliteli liselerden biridir Nermin Mehmet Çekiç Anadolu Lisesi. Taban puanı 419 yüzdelik dilimi 4.8dir. Üniversite başarısı yüksek bir okuldur. Bizim okulla Atatürk Lisesi ile sürekli etkileşimde olduğu için öğrencilerinden de biliyorum hepsi başarılı ve zeki insanlar. Son 1 yılda nitelikli okul bünyesine katıldı 2 3 yıldır okulu rezil ettiler ama güvenebilirsiniz öğretmen kadrosu hâlâ aynı. Ayrıca eski mezunlarından da çok iyi yerlere gelen tanıdıklarım var. Ve bu arada şunu unutmayın ki liseler sadece reklam amaçlıdır asıl başarıyı kazanan sizlersiniz. Sporla ilgilenenler için harika bir basketbol takımı var Nermin Mehmet Çekiç Anadolu Lisesinin. Okul binası o kadar büyük değil ama 4 yılı bu lisede harcayacağınızı düşünürsek bina o kadar da kötü değil. Puanım yaklaşık olarak 5 6 üstünde ya da altında olsa kesinlikle bu liseyi tercih ederdim. Tercih döneminde başarılar dilerim.


Üniversite Başarısı


2018-2019 EĞİTİM ÖĞRETİM YILINDA TM TÜRKİYE 197. VE SOSYAL TÜRKİYE 80. Sİ. 2014-2015 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI MF 1"de bir öğrencimiz Türkiye 190.´sı MF 2"de bir öğrencimiz Türkiye 146.´sı MF 3"de bir öğrencimiz Türkiye 131.´si MF 4"de bir öğrencimiz Türkiye 169.´su MF 4"de bir öğrencimiz Türkiye 195.´si MF 1´de ilk 20.000 de 43 öğrenci MF 2´de ilk 20.000 de 45 öğrenci MF 3´de ilk 20.000 de 48 öğrenci MF 4´de ilk 20.000 de 38 öğrenci TM 1´de ilk 20.000 de 37 öğrenci TM 2´de ilk 20.000 de 37 öğrenci TM 3´de ilk 20.000 de 33 öğrenci


2015-2016: 206 mezun -145 kazanan Oran: %70 2014-2015: 135 mezun -90 kazanan Oran: %70 2013-2014: 175 mezun -124 kazanan Oran: %71

Öğrenci Gözüyle

hayatimin en unutulmaz yedi yilini geçirdiğim,koridorlarinda büyüdüğüm, dördüncü yilina girdiğim üniversite hayatim boyunca her gün tekrar tekrar o kazınmış siralarina geri dönmek istediğim muhteşem okul.

resmi kayitlarda adi nermin-mehmet çekiç anadolu lisesi olmakla beraber, bizim gibi okulla duygusal bağ kurmuş "yedi yilliklarin" kesinlikle -ve özellikle- bu adı kullanmayi reddettiği; her adi geçtiğinde yüzünde özlem dolu bir gülümsemeyle bahsettiği ve dışardan bakanlara, bir okulun öğrencileri tarafından en fazla ne kadar sevilebileceğini kanıtlayan yer.

rutinleşmiş pazartesi sabahi kılık-kıyafet kontrolleri sirasinda arka bahçedeki bodrum kati penceresinden dayinin da yardimiyla içeri atlayan kizlar görmek mümkündür.hele bir de o dayinin bir yerinizi incitmeyin diye sandalye getirdikten sonra arkasini dönüp size bakmamasi vardir ki; insanin her seferinde içi burkulur.

tenefüslerde koridor başlarindaki kaloriferlere yaslanip; gelip geçenin dedikodusunu yapmak en eğlenceli aktivitedir ama çoğu zaman bu keyif,müdür başyardimcisi fatma yeşilyurtun (nam-i diyar fosil) :
"kiziiiiiiiiiiiim saçını toplaaaaaa" nidalariyla son bulur!

yemekhanesi ve kantini asla güzel olmamıştır ve olamayacaktir.ama buna rağmen öğle tatillerinde önlerinde uzun kuyruklar oluştuğundan; çoğu zaman, osmanbey çarşısı'ndaki kebapçı ve ata ekmeğine salam-kaşar yapan amcanin marketine kaçılır,yok kaçılamıyorsa mevcut siranin yanina itinayla yandan sira yapilir.

rahat ders çalışsınlar diye lise son siniflara ayrilan en üst katta; yer yer uzun eşek oynayan, müzik dinleyip;göbek atan öğrencilere rastlamak mümkündür,sorgulamayip eğlenceye katilmak adettendir,katilmayan eşektir.

okurken değerini bilemediğin o pembe koridorlarda geçirilen yedi yilda -farkinda bile olmadan- çok sağlam dostluklar kurulur ve bu bağlar o denli kuvvetlidir ki; o insanlar sizin için artik yalnizca dost değil, birer aile olur...

Blog Nedir ve Ne Zaman Bu Serüven Başladı?

 Blog Nedir ve Ne Zaman Bu Serüven Başladı? 



Blogger 1999′da yayına başlamasına rağmen Jason Kottke 28 Mart 1998 de ilk yazıyı yazıyor. Bloğunda yeni trendleri yazıyor, videolarını paylaşıyor. 1999 yılında yazdığı bir kaç bloğu okuyabildim şöyle bir göz gezdirince ilk başlarda kendisinin de ne yaptığının çok farkında olmadığı anlaşılıyor.


Sitesinde yazdığı ilk yazıyı hem incelemek isteyenler hemde kaynak olsun diye (Türkçe hiçbir site ve yerde kendisine dair birşey yok) paylaşıyorum. 


KOTTKE.ORG tarihte ilk blog. 


Sitesini incelemek isteyenler; https://kottke.org/'u ziyaret edebilir. Kimdir bu adam bakmak isteyenler; Jason Kottke linklerine bakabilirler.


İLK BLOG YAZISI 


Justin Hall, 1994 yılında ilk blog yazısını yayınladı. Links.net üzerinden yayınlamaya başladığı yazılarda ise öğrencisi olduğu Swarthmore Collage’daki okul hayatından bahsediyordu. Bu platformda yalnızca yazılarını paylaşmakla kalmıyor, aynı zamanda internette rastlamış olduğu ve beğendiği web sitelerinden de alıntılar yapıyordu. Justin’den sonra başka birçok insan kişisel hayatlarını paylaştığı bloglar açmaya başladı. Hepsi kişisel içeriklere sahip olan bu sayfalar bir bakıma “günlük” görevi görüyordu demek yanlış olmaz. Ancak ilk kez 1997 yıılında Jorn Barger sayesinde “Weblog” terimi dijital dünyada yeni bir şeyin varlığını tam olarak tanımlamaya olanak tanıdı.


 


Kişisellikten Kurumsallığa Doğru


 


Anlaşıldığı gibi bloglar kişisel birer girişim olarak ortaya çıktı. Bu platformların tanınması ve kullanılmaya başlanması önce bireyler tarafından gerçekleştirildi. Ancak bireysel olan her başarılı gibi kurumsal bir çizginin de dokunuşlarını görmek mümkün olmaya başladı. İnsanların tek tek kişileri takip edebiliyor olması markaların ve kurumların da dikkatini çekmeye başladı. Özellikle yazdıklarını ve paylaştıklarını devamlı takip ettirebilen ve Influencer çatısı altında var olan Bloggerlar ile birlikte çeşitli blog stratejileri de oluşmaya başladı. Peki, markalar için gerçekten blogların önemi nedir?


 


Bloglar Size Ne Kazandırır?


 


Bu sorunun pek çok cevabı var ama en çarpıcı rakamla cevaplayalım; Tech Client’in istatistiklerine göre blog sahibi olan markaların Google’da üst sıralarda yer alma ihtimali, blogu olmayan markalara göre %434 daha fazla. Bu makro olasılık farkının bir diğer sebebi de insanların bloglara güven duyuyor olması. Blog sayesinde içerik pazarlaması yaparken çok daha geniş çapta bir alan kazanmış olmanız markanızın hedef kitlesine, onların sorunları ve ilgi alanlarına yönelmenize olanak sağlar. Ayrıca rakiplerinizden sizi ayıran nitelikler için de adeta bir vitrin görevi görür.


 


Blogların dijital kazanımları da marka için oldukça yüksek oranda. Çünkü Google’ın üst sıralarında yer almak demek bugünkü internet kullanıcı alışkanlıklarını da uyum sağlamak demek. Bugün kullanıcıların %75’i Google aramalarında sayfanın aşağılarına kadar inmiyor. Üst sıralardaki linklerden fazlasına göz atma gereği duymuyor. İyi bir SEO çalışması, doğru anahtar kelime planması ve hedefleme gibi konulardaki stratejilerinizi blog ile desteklemek sizi Google ve diğer arama motorlarında üst sıralara taşır ve bu sayede web sitenize daha çok trafik çekmek mümkün olur.


 


Bloglar, markaların sosyal medya hesaplarındaki içerik planlamalarına da entegre olabilir. Çok daha ciddi ve açıklayıcı uzun metinlere sosyal medyada yer verilemiyor. Mecraların dinamiği ve kullanıcı alışkanlıkları sosyal medyada uzun metinler paylaşılmasına izin vermiyor. Ancak kısacık metinlerle hedef kitlesini her şeyi detaylıca açıkladığınız blog yazılarına yönlendirebilirsiniz. Bu sayede hem sosyal medyanın kısıtlı içerikleri ile sınırlı kalmaz hem marka, ürün ya da hizmetlerinizi kapsamlıca açıklar hem de web sitenize trafik sağlarsınız. Aslında blogların sağladığı faydalar bunlarla da sınırlı değil. Daha pek çok fayda sağlayacağınız bloglar yeni yıla girerken artık dijital pazarlama stratejilerinizde iyi bir rol oynamalı. Ne de olsa 1994 yılında bireysel paylaşımlar ile açılmış olan bu kanalın şimdi en büyük markalarda bile kullanılıyor olmasının bir sebebi var. 


BLOGDAN DÜNYAYA KİŞİSEL PLATFORMDAN ŞİRKETLEŞMEYE 



BLOGGER 




Güncel kayıtlı kullanıcı sayısı 2 milyonu aşkın olan Blogger sistemi kullanıcılarına ücretsiz olarak blog oluşturmayı sağlamaktadır. Herkesin web üzerindeki bilgilere katkıda bulunması amacıyla Pyra Labs tarafından kurulmuş olup daha sonra Google tarafından satın alınmıştır. Google'a ait olduğu için tamamı ile güvenilir olan bu sistem son derece kaliteli ve yaygın olarak kullanılmakta olan Blogger, internetteki ilk blog hizmet sağlayıcısıdır. Günde 18 milyon civarında tıklanma ile en çok ziyaret edilen ilk 10 ağ sitesinden birisidir. Türkçe dahil onlarca dil desteği ile birlikte hizmet vermektedir. Kullanıcılarına ''isim''.blogspot.com şeklinde ücretsiz alan adı tahsis etmektedir.Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği 24.10.2008 tarihinde saat 12:30'da erişime engellendi.[1] Daha sonra yasağın justin.tv sitesinin yayınladığı LigTV maçlarının bir blog üzerinden sunulmasından dolayı olduğu ortaya çıktı. Dört günlük yasak sonunda delil yetersizliğinden dolayı engelleme kaldırıldı.[2]


14.01.2011'de Blogger’a erişim Digiturk'ün yeni şikayeti ile Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin tarih ve 2011/156 D iş sayılı kararı ile tekrar engellendi. Mahkemenin bu yasağı kaldırılması sonrasında bloglarına ulaşmayı bekleyen blogger'lara 23 gün sonra siteye erişimin tamamen kapatıldığı yeniden açıkladı.


2011'de kapatıldığı tarihten itibaren Blogger'a girmek isteyenler kırmızı, 24 punto Verdana yazı karakteriyle ile yazılmış Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir. yazısı ile karşılaşıyor.


Blogger kullanıcıları bu konu ile ilgili olarak Digiturk hakkında suç duyurusunda bulundu.


Daha sonra, Diyarbakır Baş Savcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu 14.03.2011 tarihinde aldığı kararla Blogger'a erişimin engellenmesini kaldırdı.

WORDPRESS  




WordPress güçlü bir kişisel yayım platformudur ve internette bir yayımcı olarak kullanıcının tecrübesini mümkün olduğu kadar çekici hale getirmek için tasarlanmış özellikler ile gelmektedir. Özgürce dağıtımı yapılan, standart, hızlı, hafif ve kişisel ayarlarıyla ve tamamen istenilen özelliklere göre değiştirilebilir çekirdeğiyle bir yayım platformu sunmaktadır.


Bunun yanında her kullanıcı kendi ihtiyaçları ve kodlama bilgisi doğrultusunda temalar üretip kullanabilmektedir. Bu alanda WordPress, rakiplerine göre oldukça başarılı ve zengindir.


Wordpress'in en büyük özelliklerinden bir tanesi, çok iyi ve geniş kapsamlı dokümantasyona ve oldukça kalabalık ve kişilerin her türlü sorun ve sorularına cevap bulabileceği forumlarının ve kaynakların bulunmasıdır.


Bütün bunlara ek olarak, Wordpress üzerine geliştirilen çok sayıda eklenti kullanılarak hiçbir yazılım bilgisine sahip olunmadan çok hızlı bir şekilde sadece blog değil, e-ticaret veya sosyal medya platformu haline getirilebileceğidir. Buddypress 23 Ocak 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. ve Woocommerce 23 Ocak 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. bu tür eklentilere örnek olarak verilebilir. Bununla birlikte, genelde WordPress siteleri bir blog da içerir, bunun nedeni genellikle arama motoru optimizasyonudur.[2]


Wordpress temaları wordpress kullanıcıların siteleri için kullanabilecekleri hazır tasarımları / giydirmelerdir. Wordpress için sadece WordPress'in işlevsel sistemi değil, aynı zamanda temalar da geliştirilmektedir. Dolayısı ile wordpress'in alt yapısında kullanıcıya sunulan binlerce ücretsiz wordpress teması bulunur. Tabii bu tema üretimi sadece wordpress'in geliştiricileri tarafından değil, aynı zamanda dış kaynaklı olarak da yapılır ve bu üretimler de genellikle ücretli olarak kullanıcıya sunulur.


Temalar, kullanıcıların bir WordPress web sitesinin görünümünü ve işlevselliğini değiştirmelerine izin verir ve sitenin içeriğini değiştirmeden yüklenebilir. Her WordPress web sitesinde en az bir temanın bulunması ve her temanın yapısal PHP, HTML ve Stil Sayfaları (CSS) ile WordPress standartlarını kullanarak tasarlanması gerekir.


Temalar, doğrudan wordpress admin panelindeki WordPress "Görünüm" sekmesinden yükleme aracı kullanarak veya FTP ile yüklenebilir. Temalarda bulunan PHP, HTML ve CSS kodu, daha gelişmiş özellikler sağlamak için düzenlenebilir veya daha da ekleme yapılabilinir.


WordPress temaları genel olarak iki kategoriye, ücretsiz temalar ve ücretli temalar olarak sınıflandırılır. Tüm ücretsiz temalar WordPress tema dizininde listelenir ve ücretli temalar ise birçok tema yazılımı yapan firma ya da online pazar yerlerinden bireysel WordPress geliştiricilerinden satın alınabilir.


WordPress kullanıcıları, bunu yapacak bilgi ve beceriye sahip oldukları takdirde, kendi özel temalarını yaratabilir ve geliştirebilirler. WordPress kullanıcıları, yeterli tema geliştirme bilgisine sahip değillerse, ücretsiz ya da ücretli WordPress temaları indirebilir ve nerede ise hiçbir kodlama bilgisine sahip olmadan kullanabilirlerEklentiler Düzenle

WordPress'in eklentileri kullanıcıların bir wordpress sitesinin veya blogunun özelliklerini ve işlevselliğini genişletmelerini sağlar. WordPress 40.000'den fazla eklentiyi bünyesinde barındırır. Bunların her biri, kullanıcıların sitelerini kendi özel ihtiyaçlarına göre uyarlamasını sağlayan özel işlevler ve özellikler sunar.


Bu özelleştirmeler, arama motoru optimizasyonundan, üyelik sistemlerine, içerik yönetim sistemlerine gibi wordpress'e birçok ek özellik kazandırmaya kadar uzanır. Kullanılabilir tüm eklentiler yükseltmelerle daima aynı değildir ve sonuç olarak düzgün çalışmayabilir veya hiç çalışmayabilir.


TUMBLR



Tumblr, ABD menşeli sosyal ağ ve blog sitesidir. David Karp ve Marco Arment tarafından Şubat 2007'de kurulmuştur.[2] Kuruluşun ardından iki hafta içinde 75.000 kullanıcıya ulaşan site sırf ABD'de toplam 13.4 milyon kullanıcıya sahiptir. Tumblr'ın benzer türdeki diğer sitelerinden farkı, popüler sosyal paylaşım siteleriyle tam bir uyum içinde çalışıyor olmasıdır.[2]Beş yıllık süre boyunca reklamsız hizmet veren Tumblr'ın gelir kaynağının büyük kısmını özel temaların satışından alınan paylar ve gönderilerini öne çıkarmak isteyen kullanıcıların ödediği bir dolarlık ücret oluşturuyordu.[3] Site ilk büyük reklam kampanyasını anlaştığı spor giyim şirketi Adidas ile başlattı.[4]


Tumblr, 20 Mayıs 2013 tarihinde Yahoo! tarafından yaklaşık 1.1 milyar dolara satın alınmıştır.[5]


Hizmet kullanıcıların multimedya ve diğer içerikleri kısa bir form bloguna göndermelerine olanak tanıyor. Kullanıcılar diğer kullanıcıların bloglarını takip edebilir.[6] Blogcular bloglarını özelleştirebilirler. Blogcular için, web sitesinin özelliklerinin çoğuna bir "kontrol paneli" arayüzünden erişilir.


1 Nisan 2017 itibarıyla Tumblr 341.8 milyondan fazla bloga ev sahipliği yapıyor. Ocak 2016'dan itibaren, web sitesinde aylık 555 milyon ziyaretçi vardı


Tumblr 2015 senesinin en hızlı büyüyen sosyal ağı oldu. Facebook ve Instagram gibi sosyal medya sitelerini geride bırakan Tumblr, üye sayısını tam 45% oranında arttırdı. Global Web Index’in verilerine göre aktif kullanıcı sayısını 120% arttıran Tumblr, Facebook ve Instagram’ın önüne geçti.[7]Tumblr'ın geliştirilmesi, David Karp'ın yazılım danışmanlığı şirketi Davidville'deki sözleşmeler arasındaki iki haftalık boşlukta başladı (Karp'ın yapımcı/kuluçka makinesi Fred Seibert'in Frederator Stüdyolarıyla yaptığı eski stajyerinde yer aldı ve Tumblr'ın şu andaki karargahından bir blok ötedeydi).[8] Karp, bir süredir tumblelogs (Mikroblog - kısa biçimli bloglar) ile ilgileniyordu ve kurulu blog platformlarından birinin kendi dönebilecek platformunu sunmasını bekliyordu.[9]


Bir yıl bekledikten sonra kimsenin yapmadığı gibi, Karp ve geliştirici Marco Arment kendi dönme platformunda çalışmaya başladı. Tumblr Şubat 2007'de başlatıldı ve iki hafta içinde hizmet 75.000 kullanıcıya ulaştı. Arment, Instapaper'a odaklanmak için şirketi Eylül 2010'da terk etti.[10]


Haziran 2012'nin başında Tumblr, Adidas ile birlikte ilk büyük marka tanıtım kampanyasını gerçekleştirdi. Adidas resmi futbol Tumblr blogunu başlattı ve kullanıcı dolabında yerleşimler aldı. Bu lansman, Tumblr'ın sitesinde ücretli reklamcılığa doğru ilerleyeceğini duyurmasından sadece iki ay sonra gerçekleşti.


20 Mayıs 2013'te Yahoo! ve Tumblr'ın Yahoo! için Tomblr'u 1.1 milyar dolar nakit karşılığında satın alması konusunda anlaşmaya varıldığı açıklandı.[11][12] Tumblr'ın kullanıcılarının birçoğu bu haberlerden memnun değildi, bazıları da dilekçe başlatarak yaklaşık 170.000 imza elde etti. David Karp CEO olarak kaldı ve anlaşma 20 Haziran 2013'te sonuçlandırıldı.


WİXSİTE



Hiçbir ön bilgiye sahip olmadan herkesin kendini ifade edebilmesi ve online varlıklarını kurabilmesi için 190'dan fazla ülkede 150 milyon kullanıcıya birinci sınıf bir platformla destek veriyoruz. İster fotoğrafçı olun ister müzisyen, tasarımcı, küçük işletme sahibi, girişimci, gelin veya öğrenci olun… Wix’te kendinize profesyonel bir site kurmak ve işinizi yönetmek için gerekli olan tüm araç ve özellikleri bulabilirsiniz.



Sizi online ortamda başarıya ulaştırmak için sürekli olarak yeni araçlar geliştiriyoruz. Ascend by Wix, müşterilerinizle bağlantı kurmanız ve iş akışınızı otomatikleştirmeniz için size hepsi bir arada işletme çözümleri sunar. Wix Stores ile, ürünlerinizi online olarak satabilir ve güvenli ödeme alabilirsiniz. Wix SEO ile, Google gibi arama motorlarlarında kolayca bulunabilir ve Wix Logo Oluşturucu ile özel bir logo oluşturarak markanızı tanıtabilirsiniz. Wix Video Oluşturucu ile dakikalar içinde tanıtım videosu çekebilir, Wix Blog ile hikayenizi online topluluğunuzla paylaşabilirsiniz. Düzenlemeye açık yazılım geliştirme platformumuz Velo by Wix ile; sunucu olmadan, sorunsuz kodlamayla gelişmiş web uygulamaları oluşturabilirsiniz.



Sitenizi tasarlamanız ve yönetmeniz için size sunduğumuz bunlar gibi yüzlerce güçlü aracı keşfedin.Wix 3 kurucumuz olan Avishai Abrahami, Nadav Abrahami ve Giora Kaplan'ın buluşudur. Birçok parlak fikir gibi, bu fikir de kazara keşfedildi (kumsalda). Başka bir yeni fikrin temeli olarak bir web sitesi oluştururken, teknoloji meraklısı bu üçlü kısa süre içinde kendi web sitelerini oluşturmanın zor, sinir bozucu ve pahalı olduğunu anladı. Bu sancılı deneyim beyinlerinde şimşek çakmasına yol açtı! Kodlama, tasarım gibi becerilere veya herhangi bir ön bilgiye gerek kalmadan herkesin kendi web sitesini oluşturabileceği bir platform kurmaya karar verdiler. Üstelik herkesin kendine site kurma hakkı yani bu platform ücretsiz olmalıydı.!


 


2006 yılında, Wix’in doğması ile insanların web ortamında varlıklarını oluşturma yöntemi sonsuza dek değişti. 190 ülkede 150 milyondan fazla kullanıcısıyla Wix, online ortamda kendi varlığını oluşturmak isteyen herkese tam bir özgürlük ve sektör lideri araçlar sunuyor.Wix Menüyü Aç

Hiçbir ön bilgiye sahip olmadan herkesin kendini ifade edebilmesi ve online varlıklarını kurabilmesi için 190'dan fazla ülkede 150 milyon kullanıcıya birinci sınıf bir platformla destek veriyoruz. İster fotoğrafçı olun ister müzisyen, tasarımcı, küçük işletme sahibi, girişimci, gelin veya öğrenci olun… Wix’te kendinize profesyonel bir site kurmak ve işinizi yönetmek için gerekli olan tüm araç ve özellikleri bulabilirsiniz.



Sizi online ortamda başarıya ulaştırmak için sürekli olarak yeni araçlar geliştiriyoruz. Ascend by Wix, müşterilerinizle bağlantı kurmanız ve iş akışınızı otomatikleştirmeniz için size hepsi bir arada işletme çözümleri sunar. Wix Stores ile, ürünlerinizi online olarak satabilir ve güvenli ödeme alabilirsiniz. Wix SEO ile, Google gibi arama motorlarlarında kolayca bulunabilir ve Wix Logo Oluşturucu ile özel bir logo oluşturarak markanızı tanıtabilirsiniz. Wix Video Oluşturucu ile dakikalar içinde tanıtım videosu çekebilir, Wix Blog ile hikayenizi online topluluğunuzla paylaşabilirsiniz. Düzenlemeye açık yazılım geliştirme platformumuz Velo by Wix ile; sunucu olmadan, sorunsuz kodlamayla gelişmiş web uygulamaları oluşturabilirsiniz.



Sitenizi tasarlamanız ve yönetmeniz için size sunduğumuz bunlar gibi yüzlerce güçlü aracı keşfedin.


Doğru site kurma platformu ile her şey mümkün.

Online imajınızı profesyonel ve tam istediğiniz gibi oluşturun.

Yenilikçi teknolojimiz herkesin kendine kolayca; profesyonel, etkileyici ve işlevsel bir site kurmasını ve online ortama geçmesini kolaylaştırır. İster ilk defa bir site kuruyor olun ister bu konuda uzman olun, profesyonel bir site kurmak için ihtiyacınız olan tüm özellikleri ve çözümleri sunuyoruz. Yaratıcılığınızı serbest bırakın!



Küresel kullanıcı tabanımız, herkese açık yazılım geliştirme kitimiz ve benzersiz tasarım özelliklerimiz eşsiz bir ekosistem oluşturur. Ortaklarımız, yazılım geliştiriciler, web tasarımcıları ve online ortamın tüm profesyonelleri kendi uygulamalarını ve hizmetlerini Wix aracılığı ile milyonlara duyurabilirler.


İnternet Olması Gereken Yolda

Wix 3 kurucumuz olan Avishai Abrahami, Nadav Abrahami ve Giora Kaplan'ın buluşudur. Birçok parlak fikir gibi, bu fikir de kazara keşfedildi (kumsalda). Başka bir yeni fikrin temeli olarak bir web sitesi oluştururken, teknoloji meraklısı bu üçlü kısa süre içinde kendi web sitelerini oluşturmanın zor, sinir bozucu ve pahalı olduğunu anladı. Bu sancılı deneyim beyinlerinde şimşek çakmasına yol açtı! Kodlama, tasarım gibi becerilere veya herhangi bir ön bilgiye gerek kalmadan herkesin kendi web sitesini oluşturabileceği bir platform kurmaya karar verdiler. Üstelik herkesin kendine site kurma hakkı yani bu platform ücretsiz olmalıydı.!


 


2006 yılında, Wix’in doğması ile insanların web ortamında varlıklarını oluşturma yöntemi sonsuza dek değişti. 190 ülkede 150 milyondan fazla kullanıcısıyla Wix, online ortamda kendi varlığını oluşturmak isteyen herkese tam bir özgürlük ve sektör lideri araçlar sunuyor.


Ekibimizle Tanış



Site Oluşturmak İçin Lider Platform

Hakkımızda

Yönetim

2006

2009

2013

2015

2018

Kuruldu


1 Milyon Kullanıcı


NASDAQ'da İlk Halka Arz


Yeni Editör'e Geçildi


Ascend by Wix Yayınlandı


2008

2012

2014

2016

Flash Editör Yayınlandı


HTML5 Editör Yayınlandı


App Market Yayınlandı



50 Milyon Kullanıcı


Wix ADI Yayınlandı


2019

150 Milyon Kullanıcı


Velo by Wix Yayınlandı



Sayısı giderek artan, 3,200 kişilik muhteşem bir ekibiz.

İsrail

Tel Aviv

Beerşeba

Hayfa

New York

San Francisco

Miami

Los Angeles

Çalışma ortamımız gezegendeki en eşsiz yerlerden biridir. Israil, ABD, Litvanya, Almanya, Brezilya ve Ukrayna’daki ofislerimiz çok kültürlü bir ekibi (ve köpeklerini!) bir araya getirir. Herkesin kullanmaktan hoşlandığı ürünlere tutku, tecrübe ve yenilik getiririz. Sıkı bir pizza ve bira diyetiyle birlikte, bu ekip her yeni mücadelede kendi yaratıcılığını geride bırakıyor. Bize katılmak ister misin?


Bir Tek Lira Derneği



Geçenlerde harika bir sosyal yardımlaşma projesi duydum ve paylaşmak istedim. Herkes iyilik için 1 TL verse kendi cebinden Türkiyede fakir kalmaz. 7 üniversiteli genç de dernek kurmuş ve 1 TL org diye bir site kurmuşlar. Siz de destek vermek isterseniz linki şuraya bırakıyorum.

http://www.1tl.org.tr/

Derneğimizi; gönüllü üyelerimizin içine Aylık 1 TL atacağı ve hatta atılan 1 TL miktarını online olarak da görebilecekleri şeffaf bir kumbara olarak tanımlıyoruz. Gönüllü üyelik sistemimiz havuz sistemine dayandığı için, içine attığınız Aylık 1TL ile yaptığımız bütün hayır işlerine ortak olmuş olacaksınız. Çok cüzi bir miktar ödeyerek birçok sosyal yardım kampanyasına aynı anda katkı sağlamış olacaksınız.


 


GÖNÜLLÜ ÜYELİK


            Derneğin gayesini benimseyen ve bu gayeyi gerçekleştirmeye yönelik çalışma konularına gönüllü olarak katılmak isteyen herkes Bir Tek Lira Derneği’nin gönüllü üyelik sistemine katılabilir.


            Gönüllü üyelerimiz istekleri halinde, aylık 1 TL olan gönüllü üyelik aidatımıza katılabilir ve toplanan gönüllü üye aidatları ile yapığımız hayır işlerine ortak olabilirler. Aylık sadece 1 Tek Lira ödeyerek ortak oldukları bağışları web sitemizden takip edebilirler. Üye aidat sisteminden çıkmak isteyen gönüllü üyelerimiz diledikleri anda kolayca sistemden çıkabilirler.


- Aylık sadece 1 TL olan gönüllü üyelik aidatına katılmak için ana sayfamızdaki “Online Gönüllü Üyelik Kaydı” bölümüne tıklayınız veya cep telefonunuzun kısa mesaj  bölümüne boşluk bırakmadan 1TL yazıp 8071’e gönderiniz. Gelen onay mesajını EVET yazarak cevapladığınızda işlem tamamlanacaktır.


- Aylık sadece 1 TL olan gönüllü üyelik aidatından çıkmak için iptal 1TL yazıp 8071’e göndermeniz yeterlidir.


Mario Puzo Kimdir?



 Mario Puzo kimdir, İki Oscar ve bir Altın Küre ödülü sahibi Amerika’lı yazar ve senarist. Mafya hakkında

kaleme aldığı kitaplar ile tanınan Puzo’nun en bilinen eseri the-godfather (Baba)’dır. Efsanevi
yönetmen Francis Ford Cappola tarafından sinemaya aktarılmış olan Baba, En İyi Adaptasyon
Senaryo dalında Puzo’ya Oscar ödülünü kazandırmıştır.

Mario PuzoNapoli göçmeni fakir bir ailenin oğlu olarak 15 Ekim 1920
tarihinde, Hell’s KitchenNew YorkA.B.D.’de dünyaya geldi. New York Şehir Koleji’nden mezun olmasının ardından A.B.D. Ordusu Hava Kuvvetleri’ne katılan Puzo, gözlerinin bozuk
olmasından dolayı II. Dünya Savaşı’nda sıcak çatışmaya hiç girmedi; bunun yerine ordu onu
Almanya’daki halkla ilişkiler ofisine yerleştirdi.

Savaşın ardından ülkesöyküsü olan The Last Christmas (Son Yılbaşı)’nı
1950 yılında yayınladı. American Vanguard dergisinde yayınlanan bu öyküyü, 1955
tarihli ilk romanı The Dark Arena takip etti.

1950’lerde ve 1960’lı yılların başında Martin Goodman’ın sahip olduğu bir dizi erkek
dergisi ve pulp dergide editör ve yazar olarak çalışan Puzo, 60’lı yılların sonlarına kadar hayal ettiği
üne kavuşma fırsatını bulamadı. Yazarı uluslar arası bir üne kavuşturan yapıt ise, 1969 tarihinde
yayınlanan the-godfather (Baba) oldu. Kısa sürede New York Times en çok satanlar listesinin
başına gelmeyi başaran Baba, 1972 yılında ünlü yönetmen Francis Ford Coppola tarafından
sinemaya uyarlandı. 11 dalda Oscar’a aday gösterilen film, bu adaylıklardan 3’ünü kazandı.
Serinin devam filmleri the-godfather-part-ii ve The Godfather Part III, Coppola ve Puzo’nun
ortaklaşa çabasıyla sinemaya aktarıldı.

Baba serisinin yanı sıra Süpermen ve Süpermen II filmlerinin de sinema adaptasyonlarında emeği
geçen Puzo, The Last DonOmerta ve The Family gibi başarılı kitapları da kaleme aldı.

Mario Puzo, 2 Temmuz 1999 tarihinde, Bay ShoreNew YorkA.B.D.’de
bulunan evinde geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yumdu.

15 Ekim 1920’de New York’ta doğdu. Aynı kentte Columbia Üniversitesi New School for Social Research’te okudu. Yirmi yıl devlet memuru olarak çalıştı.

Puzo büyük kenti vahşi bir orman gibi görmüş, romanlarının konularını bu ortama yerleştirmiştir. 1969’da yayımlanan ve onu kısa sürede ünlü bir yazar yapan romanı Godfather (Baba), bu ormanda kendi yasalarını uygulayan yeraltı örgütü Mafia’nın türlü ilişkilerini sergiler. Romanın başkişisi, etki alanı çok geniş Don Corleone, örgütün zorbalıklarını yönlendiren karar verici tek adamdır. Bir yanda ailesine bağlı, sevecen kişiliğiyle belirirken, bir yandan da toplum düzeninin yerleşik kurumlarını hiçe saymaktan, karşıtlarını öldürtmekten çekinmez. Puzo’nun bu yapıttan uyarlayarak yazdığı senaryodan yönetmen F.Coppola’ nın çektiği ve başrolünü Marlon Brando’nun oynadığı film 1972’de Oscar kazanmıştır. Bu başarı üzerine gene Puzo’nun senaryosuyla çevrilen Godfather II de 1974’te Oscar almıştır.

Puzo, The Sicilian’da (“Sicilyalı”) adlı romanında ise bir çeşit Latin Robin Hood’u sayılan efsanevi Sicilyalı haydut Guiliano’nun dağlardaki yaşamını ele almıştır.

• YAPITLAR (başlıca): Roman: Dark Arena, 1955, (“Karanlık Arena”); The Fortunate Pilgrim, 1965, (“Talihli Yolcu”); The Godfather, 1969, (Baba 1970); inside Las Vegas, 1977, (“Las Vegas’ın İçinde”); Fools Die, 1979, (Aptallar Erken Ölür, 1979); The Sicilian, 1984, (“Sicilyalı”). Senaryo: The Godfather, 1972, (Baba); The Godfather Part II, 1974; Earthquake, 1974, (Deprem); Superman, 1979, (Superman); Superman II, 1980, (Superman II). Çeşitli: The Runamay Summer of Davie Shaw, 1966, (“Davie Shaw’ın Firarda Geçen Yazı”); The Godfather Papers and Other Confessions, 1972, (“Baba Belgeleri ve Başka İtiraflar”).

  • İki tane Oscar ödülüne sahip ve bir tane Altın Küre ödülüne sahiptir.
  • Amerikalı bir yazardır.
  • En bilindik eseri The Godfather (Baba).
  • İlk kısa öyküsü The Last Christmas (1950).
  • İlk romanı The Dark Arena (1955).
  • Franciz Ford Capplo yönetmenliği ile sinemaya aktarılmıştır.
  • Senaryo olarak en iyi Adaptasyon Oscar Ödülü nü kazanmıştır.
  • Fakir bir ailenin oğludur.
  • 15.10.1920' de doğmuştur.
  • 02.07.1999' de ölmüştür.
  • Doğum yeri: Hell's Kitchen, New York, A.B.D.
  • Ordu hava kuvvetlerine katılmıştır.
  • Göz sorunu yüzünden 2. dünya savaşına girememiştir

Keşf-i Blogger Etkinliği



Ben de daha çok blogger arkadaş ile tanışmak ve katkı sunmak  için edischar ve akkurttaha'nın düzenlediği bu etkinliğe katıldım gitti. :)


Herkese içten bir "Merhaba",


Blogger dünyasını yeniden neşelendirmenin, harekete geçmenin vakti geldi!  Sürekli aktif paylaşım yapan, blog yazmayı seven arkadaşları tanımak istiyoruz. Daha çok tanışıp, kaynaşmak istiyoruz. Onlara, sizlere ulaşmak, konuşmak, paylaşımda olmak istiyoruz.

"Keşf-i Blogger" Etkinliği.

Bu yayında yapılması gerekenler çok basit;

1-Linklerini paylaşan güzel arkadaşları takip etmek.

2-Kendi güzel linkinizi yazının altına eklemek.
3-İçtenlikle yazıyı sonlandırmak ve blogger arkadaşları bu etkinliğe davet etmek :)

*Size ve daha çok yazara ulaşabilmek için etkinliğimizi es geçmeyin lütfen!

Sevgiler...

Teşekkürler 

Edischar ve Taha Akkurt 

Ahmet Kaya Kimdir?

 


Ahmet Kaya’nın 1957 sonbaharında doğduğu şartlar düşünüldüğünde, ömrünün çoğunu sonbaharlarla geçireceğini tahmin etmek pek de güç değildi aslında. Ne kumaş fabrikasında işçi olarak çalışan babasının dünyayı değiştirmek gibi bir iddiası vardı ne de doğduğu şehir Malatya’nın ve ailenin kırk metrekarelik evinin dünyanın güzelliklerini rahatça görebilecekleri bir penceresi. Belki doğanın her türlü nimetiyle onurlandırdığı topraklardı doğduğu topraklar; ama dünyanın o yöresinde görülebilecek pek bir güzellik yoktu o yıllarda. İkinci Dünya Savaşı’nın iyiden iyiye yoksullaştırdığı Türkiye, küçük Ahmet’in doğumundan üç yıl sonra cumhuriyetin ilk büyük askerî darbesine şahit olacak, idam sehpalarında başbakanlarını, bakanlarını görecekti. Otuz dört yıllık genç cumhuriyet, çok büyük acılara gebeydi. Binlerce yıldır din uğruna, altın uğruna ve hatta bazen bir kadın uğruna onlarca ırktan milyonlarca insanın kanının döküldüğü Anadolu topraklarının acısı dinmeyecekti kim bilir kaç yıl daha.


Beşinci ve son çocuktu Ahmet. Babası Adıyaman’dan Malatya’ya iş bulmak uğruna göç etmiş bir Kürt, annesi çocuklarını namuslu ve iyi yetiştirmeye çalışan bir Türk’tü. Türkiye’nin o yıllardaki özeti gibiydiler yani biraz. Ahmet’in otoriteyle uyuşmazlığı daha dört-beş yaşlarında iken sokakla tanışmasıyla başladı. Sakin ve kendi halinde yaşayan ailenin dünyayla çatışan, dışa dönük ve disipline edilemez bireyiydi o. Sinemaya gidebilmek için dedesinin ayvalarını manava satıyordu bazen, bazen mahallenin başıboş eşeğine binip zamanın en ünlü gazetesinde günlük bant olarak yayımlanan çizgi roman kahramanı Kara Murat olup kötüleri kılıçtan geçiriyordu.


Müziğe olan ilgisini keşfeden babası, Ahmet henüz altı yaşındayken nerdeyse boyu kadar bir bağlamayı doğum günü hediyesi olarak eve getirdi. Ailenin yemek parasından artırılıp alınan bu bağlamanın engellenemez bir fırtınanın ilk esintisi olduğunun kimse farkında değildi elbette. Sanki bir uzvu eksik doğmuştu da Ahmet, o bağlama eve gelince tamamlandı vücudu.


Birkaç ay içinde bağlamadan çıkardığı seslerle tüm aileyi bıktırdı. Oysa ona göre artık sahneye çıkmanın zamanıydı belki de. İnsanlar dinlemiyorsa o, dinleyecek birilerini mutlaka bulacak kadar inatçıydı. İlk konserini, bahçedeki kümeste tavuklara verdi. Tavuklar mutlu oluyor muydu bilinmez; ama Ahmet bu parasız konserleri uzunca bir süre devam ettirdi. İlk gerçek sahnesi içinse dokuz yaşına kadar beklemek durumundaydı. Dokuz yaşına geldiğinde babasının çalıştığı fabrikanın işçilerinin düzenlediği işçi bayramı gecesinde kendini sahnede buldu. İşçiler Ahmet’i dinlemeyi, Ahmet kendini dinleyen işçileri çok sevmişti o gün… Yüz binlerce insanın, işçinin hayatlarının yeniden darmadağın olacağı ikinci darbeye üç yıl vardı. O gece ne oradaki işçiler ne de Ahmet, çok yakın bir gelecekte işçi bayramını kutlamak şöyle dursun, işçi kelimesini bile kullanamayacaklarını bilmiyorlardı.


Türkiye on binlerce üniversite öğrencisini, işçisini hapishanelerde çürümeye yollarken 1970 darbesine damgasını vuran olay, Amerikan emperyalizmine karşı duran henüz yirmili yaşlarının ortasındaki üç sosyalist gencin, hiç kimseyi öldürmedikleri ve yaralamadıkları halde, hızla yapılan bir yargılamanın ardından idam edilmeleri oldu. Ahmet on beş yaşındaydı. Anadolu toprakları, verdiği nimetlerin karşılığını almaya devam ediyordu. Bu toplumsal ve siyasal atmosfer eşliğinde bir kuşak daha büyüyor ve onların bilinci şekilleniyordu. Bu kuşağın tanıklık edeceği ilk haksızlık da bu olmayacaktı.


Ahmet okula gidiyor ve geri kalan zamanlarında bir aile dostlarının kaset, plak satan müzik dükkanında çalışıyordu. Bu dükkanda çalıştığı sıralarda, çok çeşitli müzik türlerini tanıma imkanı buldu. Özellikle dükkana gelen, Ruhi Su kasetleri alan ve bol paçalı pantolon giyen uzun saçlı gençler dikkatini çekmekteydi. Yıllar sonra kendi hayatını anlatan bir belgeselde onlara o zamanlar “Sucular” dediğini söyleyecekti. Ahmet’in Sucular dediği gençler, toplumsal duyarlılığı olan ve bütün dünyada 68 kuşağı olarak anılan kuşağın Türkiye’deki yansımasından başka bir şey değildi. Ahmet’in yazdığını hatırladığı ilk beste de o gençlerden biri olan, Volkswagen marka bir minibüsle dolmuşçuluk yapan ve bir süre yanında muavin olarak çalıştığı, çok sevdiği Başar Ağabey’i için yazılmıştır. Bir gün sokak ortasında aniden polis tarafından tutuklanıp götürülen Başar’ın durumuna çok üzülen Ahmet, “Bir Volkswagen alacağım, adını Başar koyacağım.” diye başlayan bestesiyle yüzlerce şarkılık bir repertuvarın ilk adımlarını attığını bilmemektedir elbette.

Aile, babanın emekli olması ve alınan emekli maaşının geçinmeye yetemeyecek kadar az olması nedeniyle Malatya’yı terk edip yeni bir iş ve çocuklar için daha iyi bir gelecek umutlarıyla İstanbul’a göç etme kararı alır. Dönem, tüm Türkiye’de göç dönemidir. Yüzlerce otobüs ve kamyon doğudan, batıdaki şehirlere ve özellikle de İstanbul’a her gün umut taşımaktadır. Her gün binlerce küçük çocuk, tıpkı Ahmet’in o zaman hissettiği büyük şehrin içlerine saldığı korkuyu ve bunun üzerlerine tüm ihtişamıyla çöküşünün ezilmişliğini yaşamaktadır. Ahmet, ilk kez gördüğü denizi kocaman bir dere sanmış, eşyalarının bulunduğu kolilerin üzerinde yazan “Malatya” yazısından dolayı küçümsendikleri bir şehre geldiklerini daha ilk gün anlamış ve yine daha ilk gün aynı dili konuştukları halde kendi konuşmasındaki aksan yüzünden “öteki” olduğunu fark etmiştir. Bu “fark”lılık, emeklerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanları giderek yalnızlaştırmakta ve bu da çaresiz bir öfke mecrasına doğru birikmektedir.


Türkiye’nin batısı nüfus olarak kabardıkça toplum katmanları arasındaki uçurum büyümekte, siyasî kutuplaşmalar uçlara gitmekte, ülke her yeni gün en batısından en doğusuna daha fazla gerilmektedir. Üniversitelerden her gün yeni ölüm haberleri gelmekte, gün be gün kötüye giden ekonomi ve işsizlik, sokaklara taşan kalabalıklar yaratmaktadır. Ahmet, okulu bırakıp aile ekonomisine katkıda bulunmak için çalışmak zorundadır artık. Sokağı artık başka bir gözle tanımaya ve başka türlü algılamaya başlamıştır. Kızlı erkekli gezen İstanbul gençliğine çok özenir; ama onlar gibi giyinmenin kendisine yakışmadığını hissedip çok üzülür. Ne doğduğu ve bildiği kültürü tamamen bırakabilir ne de İstanbul’u Malatya yapabilir. Birçok vasıfsız işe girer çıkar o yıllarda. Kısa süreli de olsa işportacılık, çeşitli iş yerlerinde çıraklık yapar; ama asla bağlamasını bırakmaz. Müzikle yatıp müzikle kalkmaktadır. Ve tabii ki ülkenin içinde bulunduğu durum, ruh halini nasıl etkiliyorsa müziğini de etkilemektedir.


Çalışmaya başlayıp okulu bırakması, Ahmet’e sokağı daha fazla tanıma şansı vermiş; ama içinde bir yara daha açılmasına neden olmuştur. Konservatuvar okumak istemektedir; ama artık bu çok olası görünmez. Umudunu diri tutabilmek için liseyi dışarıdan bitirmeye karar verir. Ahmet’in iç depreminin en sarsıcı yıllarıdır bunlar. 70’li yılların ikinci yarısına doğru gelişen toplumsal muhalefet, kanalize olacak hiçbir alan bulamamakta, bu belirsiz iklim içinde en çok üşüyenlerden biri de tüm bunların farkında olarak hayata o yaşın heyecanıyla bakan Ahmet olmaktadır. Ne olacağını bilememenin ötesinde, yıllar sonra kendisinin de anlatacağı gibi besteler yapmakta; var olma, biraz para kazanabilme çabasıyla umutsuzca sokaklarda gezmektedir. O günlerde, tamamen mutsuzlaştığı ve umutsuzlaştığı bir gün yanından geçtiği ve hiç tanımadığı insanların bulunduğu bir düğün salonuna girip kendini düğünde dans edenlerin arasına atarak delirmişçesine ve ağlayarak dans ettiğini yıllarca hiç unutmayacak ve birçok sohbette anlatacaktır.


Öteki olmanın, ayrıksı durmanın, çaresizliğin ve tutunamamanın birleştirdiği gençler, tüm idealizmleri ve hayatı değiştirme iddialarıyla her alanda örgütlenmeye başlamışlardır. Tüm devrimci arkadaşları gibi Halk Bilimleri Derneği’ne gidip gelmeye ve oradaki kültürel çalışmalara katılmaya başlar. Elbette orada da bağlaması elinden hiç eksik olmamaktadır. Daha ilk günlerden garipsenir Ahmet’in bağlama çalışındaki fark. Kendi başına öğrendiği için herhangi bir metoda ya da öğretiye uymamaktadır Ahmet’in çalış biçimi. O dönem, hayranı olduğu Ruhi Su’nun Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir dinletisine gider ve dinletiden sonra bir yolunu bulup “Usta”nın yanına ulaşmayı başarır. “Ruhi Su besteleri”ni kendisinin nasıl yorumladığını göstermek istemektedir Ruhi Usta’ya. Ruhi Usta’nın en bilinen eserlerinden “Mahsus mahal” isimli şarkıyı çalar. Usta, şarkıyı yarıda kesip bağlamayı Ahmet’in elinden alır ve kızarak “Öyle at teper gibi bağlama çalınmaz, kavga edilmez bağlamayla, bağlama ile meşk edilir.” der. Ahmet, şaşkınlıkla oradan uzaklaşır; ama tabii ki bildiğini yapmaya devam edecektir. Ustanın sözleri Ahmet’i daha da biler, o güne kadar pek denenmemiş şeylerin peşindedir hep. Besteleri de bilinen hiçbir tarzın içine girmediğinden garipsenmektedir.

Halk Bilimleri Derneği’ndeki arkadaşlarıyla müzik ve halk oyunları gösterileri sunmak amacıyla Türkiye’nin çeşitli yerlerine giderler. Bir yandan çeşitli dernek ve sendikaların ya da öğrenci kuruluşlarının düzenlediği bu ‘Devrimci Geceler’de, dönemin âşıkları ve sanatçıları ile birlikte sahneye çıkan Ahmet, bağlamasını öfkeyle çalıp devrimci marşlar ve türküler söylemekte, diğer yandan tüm toplumsal duyarlılığı ile halkın içinde, onların somut ve yaşamsal taleplerine yanıt olabilmek amacıyla onlarla dayanışmaktadır. Van Depremi sonrası kamyonlarla eşyalar toplayıp depremzedelerin yanına giden devrimci gençlerin içinde de bir gecekondu mahallesi oluşumundaki dayanışmada da Ahmet vardır.


1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’ndaki işçi bayramı kutlamalarında, çevre binalardan bugün bile hâlâ kimler tarafından açıldığı bilinmeyen otomatik silah ateşi altında yanı başındaki arkadaşlarını yitirir Ahmet. Ayakkabısının kalan tekiyle oradan sağ salim kurtulsa da arkadaş ölümlerine tanıklık etmenin ilk acısını, masum içerikli bir afişi asarken gözaltına alınarak ‘içerde’ olmanın nasıl bir duygu olduğunu yaşamıştır artık.


Muhalif ve öfkeli kalabalıklar, kendilerine bir ‘yarın’ kurabilme telaşı ve hazırlığı içindeyken liseyi dışarıdan bitirip Eğitim Enstitüsü’nün Keman bölümüne girdiği sıralarda, Halk Bilimleri Derneği’nde Emine isimli bir kızla tanışır; çok geçmeden yakınlaşan ve kendilerini aynı saflarda hisseden iki genç, evlenmeye karar verirler. Nişanlanırlar; ancak bu ülkede her erkeğin hayata atılmadan önce yapması gereken bir görev vardır: Askerlik. 1978 yılında, Ahmet yirmi bir yaşındayken keman eğitimini yarıda, nişanlısını ardında bırakarak on sekiz ay sonra dönmek üzere askere gider.


Askerliği Gelibolu’ya çıkar. Kısa sürede müziğe ilgisini ve kabiliyetini keşfeden komutanları onu orduevinin orkestrasında görmek isterler. Askerliğinin tamamını orkestranın joker elemanı olarak geçirir. Birçok müzik aletiyle kurduğu bağını burada geliştirir. Bağlamayla yaptığı müziğe kafasında kemanla kattığı batı motifleri, askerdeyken çello gibi daha klasik aletleri mecburiyetten çalmasıyla daha da gelişir.


Askerlik dönüşü daha saçları bile uzamadan hem Ahmet’in hayatının hem de Türkiye’nin üçüncü ve en büyük darbesi geliverir. 12 Eylül sabahı Türkiye, askerî marşlarla uyanır. Tüm kabine ve Cumhurbaşkanı, tutuklanarak hapse atılır ve sokaklarda bir sürek avı başlar. Ahmet’in birçok arkadaşı yakalanarak kimsenin bilmediği yerlere götürülür, gidenlerden haber alınamamaktadır. Askerlik öncesinde birkaç kez gözaltına alındığı ve Halk Bilimleri Derneği ile olan bağlantısı yüzünden kendisini de aynı akıbetin beklediğini düşünüp gergin günler yaşamaya başlar. Türkiye’nin üzerinden tank paletleri geçmektedir. Bugünkü tahminlere göre 600.000 kişi çeşitli nedenlerle tutuklanır, binlerce kişi işkencelerde hayatını yitirir, binlerce kişi kaçak yollardan yurtdışına kaçıp çeşitli ülkelere sığınır. Türkiye, kötü yönetilmenin cezasını, gencecik ömürleri tüketerek ödemektedir.


Ahmet tutuklanmaz; ama yapayalnız kalmıştır. Tüm arkadaşları, neredeyse tanıdığı herkes hapishanelerde ya da bilinmeyen bir yerlerdedir. 1981 yılı Ahmet’e bir başka büyük acıyı daha getirir. Nisan ayında hayatta en değer verdiği, o güne dek Ahmet’in müziğine gerçekten inanan tek insan olan babasını o yıl sonsuzluğa uğurlarlar. Ahmet kimseye görünmeden, babasının ona aldığı ilk bağlamayı eline alıp günlerce sokaklarda ağlar.


Emine ile Ahmet evlenmiş, aylar geçtikçe darbenin içinde yaşamayı öğrenmişlerdir. Ahmet müzik yapıp içindekileri anlatmak, hapishanelerdeki dostlarına sesini ulaştırmak istemektedir; ama artık geçindirmek zorunda olduğu bir de evi vardır. Zira çok geçmeden 1982 yılı Ağustosu’nda çiftin bir kızları olur. Çiğdem koyarlar adını. Ahmet alır bağlamasını eline ve bir şarkı yazar; Çiğdem’e doğduğu dünyanın kötülüğüne ağlamamasını, geleceğe ilişkin umutları taze tutmak gerektiğini söyler şarkısında: “Ağlama bebeğim, ağlama sen de, umut sende, yarın sende… Çok uzakta öyle bir yer var; o yerlerde mutluluklar, paylaşılmaya hazır bir hayat var...”


Kısa bir süre sonra Ahmet’in albüm yapmak peşinde olması, evi geçindirecek parayı kazanamaması, Emine’yi gelecek kaygısına sürükler. Bir gün hiç haber vermeden, o sıralarda birkaç aylık olan bebek Çiğdem’i de alarak evi terk eder Emine ve boşanırlar. Bir kez daha, bağlaması ve Ahmet yapayalnızdırlar.


1984’e gelindiğinde Ahmet ısrarla şarkıları cebinde, müzik şirketlerinin kapısını aşındırmaktadır. Şarkılar da, Ahmet de yorulmuştur artık. Bilinen hiçbir türe benzememesi ve toplumsal içeriği yüzünden korkulması nedeniyle hiçbir firma yanaşmaz Ahmet’in albümünü yapmaya; ancak dipten derinden Ahmet’in adı ve şarkıları dillerde dolanmaya başlamıştır. Birkaç arkadaşının yardımıyla Hodri Meydan Kültür Merkezi ve Bilsak’ta dinleti düzenler ve afişlerinde de Ruhi Usta’nın kendine söylediği cümleye gönderme yapar: “Bağlama Böyle de Çalınır!”


Bu dinletinin umulanın çok üzerinde ilgi görmesi üzerine, elde kalan küçük bir para, arkadaşlarının ve annesinin de küçük katkılarıyla Ahmet yine Beyoğlu’nda, Sezer Bağcan’ın Değişim Stüdyosu’nda alır soluğu. Albümünü kendi yapacaktır. Sezer Bağcan, değişik şarkıları olan bu istekli genci çok sever ve başlarlar albüme. Şarkıları o dönem için çok tehlikelidir. Öyle şarkıları yayımlamayı bırakın, dinlemek bile suç olabilecek, hapishane kaçınılmaz son olacaktır; ama Ahmet şöyle der: “İş yok, sokaklarda aç geziyoruz, terk edildim, bebeğim bana gösterilmiyor, tüm arkadaşlarım da zaten içerde. Şarkılarımı söyler, arkadaşlarımın yanına giderim…” Ancak Ahmet ileride kendisinin de itiraf edeceği gibi hapse girmek istemekte; ama orda çok durmak istememektedir. Albümdeki onca eleştirel şarkının içine bir de Türk ordusunun Kurtuluş savaşındaki kahramanlığını anlatan bir şarkı koyar… Kafalar karışacaktır!


Albüm kısa sürede ve zor şartlarda biter. Bitmiş bir albüm satmasa da fazla ticarî bir risk getirmeyeceğinden bir firma bulması zor olmaz Ahmet’in. Çiğdem’e yazdığı şarkının adı olan “Ağlama Bebeğim” adıyla yayımlanır albüm 1985 yılının Nisan ayında. Hemen ardından İstanbul’un o günlerdeki en prestijli salonlarından biri olan Şan Tiyatrosu’nda da tek başına bir konser verir ve salon hiç beklenmedik şekilde tıka basa dolar.


“Ağlama Bebeğim” albümü yayımlanır yayımlanmaz toplatılır ve Ahmet gözaltına alınır. İlk mahkemede hâkim, Ahmet’in “Ağlama Bebeğim” şarkısındaki “Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar” sözlerine takılmıştır. O güzel yerlerin nereler olduğunu sorarlar Ahmet’e! Yargılama kısa sürer, belki de o kahramanlık şarkısının kafa karıştırmasıyla ve Danıştay kararıyla albüm serbest bırakılır. Firma ve Ahmet, albümün satışının serbest bırakıldığını gazeteye ilan vererek duyurur. “Ahmet Kaya’nın yasaklanan “Ağlama Bebeğim” isimli albümü mahkeme kararıyla serbest bırakılmıştır.” içeriğiyle çıkan ilan, albüme olan ilgiyi artırır. Hiç beklenmedik bir şekilde albüm önce hapishanelerde, sonra sokakta inanılmaz bir ilgi görmeye başlar. Ahmet, albümüyle yüz binlerce siyasî tutsağın ve onların ailelerinin sesi olmuştur.


Hapse 1980’de girenlerin bir kısmı yavaş yavaş hapisten çıkmaya başlamıştır. İkinci albüm için yeniden Değişim Stüdyosu’na girilir. Değişim Stüdyosu’nun sahibi Sezer Bağcan, ünlü sanatçı Selda Bağcan’ın ağabeyidir ve Selda da darbeden sonra çok kısa bir süre Metris Askeri Cezaevi’nde yatmıştır. Selda hapisteyken oradaki kızlardan biri ile çok yakın bir arkadaşlık kurar. İşte o kız; Gülten Hayaloğlu, dört yıl yatıp hapisten çıkınca, dostu Selda Bağcan’ın ısrarı üzerine Değişim Stüdyosu’nda çalışmaya başlar. Ahmet’in ikinci albümünün kayıtları sırasında Gülten ve Ahmet stüdyoda uzun süre sohbet etme imkanı bulurlar, dünyaya karşı aynı duygularla dolu iki gencin uzun sohbetleri kısa sürede su sızmaz bir arkadaşlığa dönüşür. Gülten, Ahmet’in ilk albümünü onunla tanışmadan dinlemiş ve çok beğenmiştir zaten; ama birçok kişi gibi o da Ahmet’in yüzünü bilmiyordur tanışana kadar. Çok geçmeden ikinci albüm “Acılara Tutunmak” yayımlanır ve o sıralarda da Gülten’le aralarındaki dostluk aşka dönüşür. İkinci albüm de hiç reklam yapılmadan dilden dile dolaşarak inanılmaz satış rakamlarına ulaşır. Bu mutluluğu, sevdiği kadınla yaşayacaktır Ahmet.