Featured Posts Slider

Image Slider

Biyokimya Atomik Bağlar ve İzomerlik

 





Tıbbi Biyoloji: Hücrenin Genel Yapısı ve Özellikleri





 Hücre, (İng. Cell); Latince bir kelimedir. İlk kez Robert Hooke tarafından küçük odacık anlamına gelen "cellula" olarak kullanılmıştır.

17. yy’da Leeuwenhoek’un yaptığı basit mikroskoptan sonra hücre sitoplazması keşfedilmiş ve 1940’lı yıllarda keşfedilen elektron mikroskobu ile de organellerin yapısı daha detaylı anlaşılmaya başlamıştır.

In vivo çalışma, hücre ve dokular bulundukları ortamda incelenirler.

In vitro çalışma, hücreler veya dokular bulundukları doğal ortam dışına alınarak incelenirler.

Hücreler genel ayırımında prokaryot ve ökaryot olarak ikiye ayrılırlar.

Bu iki grup arasında önemli farklar

1) Çekirdek zarı

2) RNA ve protein sentezi yönünden farklılıklar

Virüslerin organelleri, sitoplazmaları ve çekirdek zarları yoktur.

Virüsler hem DNA hem RNA taşımazlar. Ya RNA ya da DNA taşırlar. Dışlarında da proteinden bir kılıf vardır.

Virüslerdeki protein kılıfa kapsid adı verilir.

Kapsid, kapsomer adı verilen ünitelerden oluşur.

Nükleik asidin ve kapsidin oluşturduğu komplekse nükleokapsid adı verilir.

Sadece kapsid ihtiva eden virüslere kapsid adı verilir.Kapsidin dışında hücre zarı yapısına benzeyen ve viral zarf adını alan yapıyı bulunduran virüslere zarflı virüsler denir.

Virüsler kapsid yapısına göre 3 gruba ayrılırlar:

1) Kübik simetrili virüsler

2) Heliks simetrili virüsler

3) Kompleks yapılı virüsler

Ters transkriptaz, lizozim, viral proteaz ve integraz, belirli virüs türlerinde bulunan bazı enzim örnekleridir.

Bazı virüs türleri, konakçıyı enfekte etmelerine yardımcı olan özel bir enzim içerir. Örneğin, bir bakteriyofaj, viral genomun girişi için bakteri hücresinde bir delik açmaya yardımcı olan lizozim enzimine sahiptir.

Birkaç virüs, replikasyon işlemi sırasında viral genetik materyali mRNA'ya kopyalayan nükleik asit polimeraz adı verilen kendi enzimlerini içerir. Örneğin Retrovirüs, konakçı hücre içinde bir DNA ara ürünü olarak çoğalan Ters transkriptaz adı verilen RNA'ya bağlı bir DNA polimerazına sahiptir.

İntegraz enzimi ise bu aşamadan sonra konak hücrenin genomik DNA'sına özgün bir şekilde ve aynı zamanda etkin bir şekilde yapışmasını katalize eden viral enzimdir.

Overton

 

Yağda eriyen maddeler hücre zarından kolayca geçebildiği için, Overton (1902), hücre zarının ince bir lipit tabakasından yaptığını ileri sürmüştür

 

Gorter ve Grendel (1902), hücre zarının iki lipit molekülü kalınlığında bir tabaka (bilayer) olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Fosfolipidlerinin hidrofob olan kısımlarının sudan uzaklaşama eğilimine karşın hidrofil olan kısımlarının suya yaklaşma eğilimidir (amfipatik özellik).

Geçirgenlik, yüzey gerilimi elektrik ve kimyasal özelliklerini göz önünde bulundurarak, Danielli ve Davson 1935'de hücre zarının simetrik zar modelini teklif etmişlerdir.

Bu modele göre, zarın yapısında tek tabakalı iki protein yaprağı arasında lipit molekülleri vardır.

1) Lipit moleküllerinin polar uçları (hidrofilik kısımları) dışa doğrudur ve protein tabakalarıyla örtülüdür.

2) Zar modeli simetriktir çünkü her iki protein katmanı birbirleri ile özdeştirler.

Robertson (1959) tarafından teklif edilen asimetrik zar modelidir.

Asimetrik zar modelinde, ortada iki molekül kalınlığında lipit tabakası, iki tarafında da tek molekül kalınlığında protein tabakası vardır.

FAKAT:

1) Simetrik modelde ortadaki lipit molekül sırasının veya tabakasının kalınlığı belli değildir. Yani, iki veya daha fazla lipit molekül sırasının bulunup bulunmadığını gösteren hiçbir kanıt yoktur. Oysa, asimetrik modelde ortadaki lipit moleküllerinin sayısı sadece ikidir.

2) Lipit tabakasının iki yanındaki protein tabakalarının simetrik modelde simetrik, asimetrik modele ise, kendisine eklenen yeni elementlerden dolayı sitoplazma tarafındaki protein tabakasının dıştaki protein tabakasından belli kimyasal farklar göstermesi, yani asimetrik oluşudur.

1972 yılında Singer ve Nicolson tarafından hücre zarının tüm özelliklerin açıklayan bir model ileri sürülmüştür.

Böylece, mozaik zar modeli ya da akışkan-mozaik zar modeli kabul edilmiştir.

1) Fosfolipit tabakaları daha önceki modellerdekine benzer şekilde hidrofilik başları zarın yüzeyine doğru, hidrofobik kuyrukları ise, içe doğru sıralanır.

2) Proteinler zarın hem iç, hem dış yüzeyinde mozaik şekilde dağılırlar ve devamlı bir tabaka meydana getirmezler ve mutlak suretle asimetriktirler.

Hücre zarında bulunan zar proteinleri;

Bu modelde yağ tabakasının her iki yüzünde olan ekstrinsik proteinler,

Yağ tabakasının içine gömülmüş olanlar ise; intrinsik proteinler olarak kabul edilmiştir.

Fosfolipidlerin Baş kısmını genelde

1) Fosforik asit

2) Kolin

3) Etanolamin

4) Serin

5) Inozitol

6) Gliserol

 

Zarda en çok bulunanlar

Fosfoditilkolin

Fosfoditilserin negatif yüklü

Fosfoditiletanolomin

Sfingomyelin

Fosfotidilinozitol zarda çok az bulunur fakat FI oldukça önemli bir ikincil habercidir.

Ekstrasellüler yüzde

Fosfoditilkolin

Sfingomyelin

 

Intrasellüler yüzde

Fosfotidilserin

Fosfotidiletonolomin

 

Başlıca 3 konformasyon oluşabilir.

Bilayer

Missel

Lipozom

FL lerin sıvı ortamda en nadir görülen şekli misseldir.

FL ‘nin yağ acil zincirlerinin uzunluğu nedeniyle missel yapısı tercih etmezler

FL bilayer missel şeklinde toplanabilir ki bu yapı lipozom adını alır

Kendiliğinden (spontane olarak) uygun koşullarda FL’ler bilayer bir yapı oluşturmaya diğer ikisinden daha fazla meyillidirler.

Zar proteinleri başlıca üç yolla lipid katman ile ilişkidir

İntegral Proteinler

Lipid Bağlantılı Proteinler

Periferal Proteinler

Integral proteinler, bunlara geçişli ya da transmembranal proteinler adı da verilir.

Genel olarak lipid katmanlarını boydan boya geçerler ve boyları da lipid katman kadardır Sizden şu yorumu yapmanızı istiyorum eğer ki bu zarı boydan boya geçiyorsa zarın her bölümü farklı özelliklerdedir.

Lipid-bağlantılı proteinler, bunlara Lipid-anchored membrane protein adı da verilir.

Bir ya da daha fazla lipid moleklüne kovalan olarak bağlanmış durumdadır. Ve sıkı sıkıya lipid tabakaya tutunmuştur.

 

Lipid-bağlantılı proteinler, bunlara Lipid-anchored membrane protein adı da verilir.

Bir ya da daha fazla lipid moleklüne kovalan olarak bağlanmış durumdadır. Ve sıkı sıkıya lipid tabakaya tutunmuştur.

MSS, retina, lens kristali hücre sayısı sabittir ve sonradan çoğalmaz

Hayflick Limiti hücrenin bölünmeden önce en fazla 40 ile 60 kez bölünebileceğini söyleyen teori

Alexis Carrel'in hücrelerin kendilerini sonsuz sayıda çoğaltabileceklerini belirten daha önceki teorisini revize etti.

Konduktiv Hücreler iletişim kuran hücreler impuls iletirler.

Konektiv hücreler birbirine bağlayan hücreler. Kemik kas vs.

Glandular hücreler salgı bezlerini oluşturur.

Depo hücreleri yağ depo eder.

Destek hücreleri bitişik komşu hücrelere destek olur.

Silia

eş güdümlü dalgalanma hareketiyle lümendeki maddelerin hareketine yardım eden epitel hücrelerini örten kıl benzeri çıkıntılar.
Mikrovillus hücrenin serbest yüzey farklılaşmalarından, özellikle emme görevi fazla olan hücrelerde, hücre dış yüzeyini arttırmak için, hücre zarının bir miktar sitoplazma ile meydana getirdiği parmak şeklindeki çıkıntılardır. Boyları yaklaşık, 0,6-0,8 mikron uzunluğunda, 0,08-0,1 mikron kalınlığındadır. Özellikle bağırsak epitelinde bulunan mikrovilluslar (çoğulu mikrovilli) yapılarında, makromolekülleri parçalayacak ve hücre içine taşıyacak enzimleri bulundururlar.

Kamçı, pek çok tek hücreli organizmanın ve bazı çok hücreli organizmanın, etrafta hareket edebilmesini sağlayan bir organeldir. Kamçıların üç farklı üst alem için üç farklı yapısı bulunabilir. Bakteriyel kamçılar; vida gibi hareket edebilen helezon telciklerdir. Archeae (eski bakteri) kamçıları, bakteriyel kamçılara benzer gibi gözükseler de pek çok detayları göz önünde tutulduğunda bu iki kamçı türü birbirinden faklıdır; ve birbirleriyle homolog organel olmadıkları kabul edilir (yani görevleri birbirine benzese bile, kökenleri ve ortaya çıkış biçimleri farklıdır). Ökaryot kamçılar da (hayvan, bitki ve protist hücrelerin sahip olduğu), kompleks yapıya sahip, koruma amaçlı olarak ileri-geri kamçılama yeteneğine sahip organellerdir. Bazen bunların diğer kamçılardan farkını vurgulamak için sil adı da verilir.

Stereo silia sabit tüyler kulak içindeki salyangoz gibi yerlerde reseptör görevini üstlenir.

        Daha çok epitel hücrelerinde görülür.

        Bu bağlantılar yan yüzeylerde tight junction, adezyon belt, spot desmosom ve gap junction gibi devamlı (kalıcı) bağlantılardır.

        Bazal lamina ile hücre bağlantısı ise hemidesmosom ve fokal kontakt tipinde bağlantılarla sağlanır.

        Bu bağlantıları sağlayan proteinler hücre içine doğru uzandıklarında hücre iskeletini oluşturan aktin ve intermediate flament yapılarına katılırlar.

 

 

        Terminal tıkaç (tight junction)

        Yanyana duran epitel hücrelerinin serbest yüzeylerinin hemen altında bulunur.

        Terminal tıkaçlarda hücrelerarası boşluk neredeyse hiç kalmaz. Alışveriş neredeyse durur.

        Salgı hücrelerinde ve sindirim sistemi epitel hücrelerinde ve mesane duvarı epitelinde çok görülür.

        Birbiriyle kaynaşan noktalar hücre zarındaki dışa doğru çıkıntılaşmış olan integral proteinlerdir (hücreler arasında geçirgenlik bariyeri oluştururlar). Örneğin bağırsak lümenindeki maddeler, hücre aralarına geçemediği için hücre içine girmek zorunda kalır.

        Adezyon belt (Adherens Junction)

         Terminal tıkacın hemen altında yer alır.

         Adezyon belt tipi bağlantıda kaderin proteinleri iki hücreyi birbirine bağlar.

        Kalp kası, deri epiteli, uterus boynu gibi mekanik zorlanmalarla karşılaşan dokularda çok boldur. Sıkı bağlantıların hemen altında yer alırlar ve hücrelerin birbirine tutunmasını sağlarlar. Hücreler arasında 200A mesafe vardır. Hücreleri birarada tutan glikokaliks hücre örtüsü ile birlikte bu bağlantılara tutunan aktin filamentleridir. Aktin filamentleri için de bağlanma bölgesi oluştururlar.

 

 

 

 

 





Tıp Tarihi: Deontoloji

 Avrupa'da ‘’medical’’ olarak geçen tabirin kökündeki Med kelimesinin anlamı ölçmek, ölçülü olmak, latincedeki karşılığı Arapçada olduğu gibi Hekim, Bilgin demektir.

• Tıp tarihinin tarihi veya tarihçesi; Mısır, Hint ve Sümerlerin yazıtları dışında ilk olarak 1242 yılında İbni Ebi Usaybia tarafından ‘’Uyunul enba fi tabakatil etibba’’ kitabında kronolojik olarak 400’ü müslüman 100 gayri müslim hekimin o zamana kadarki hayatı ve eserlerini yazmasıyla başlar

Türkiye'de Tıp tarihi dersleri 1856-57 Öğretim yılından itibaren Dr Charles Edward tarafından başlatılmıştır. Daha sonra Dr Nurican Darülfünun de Aleksandr Paşa ve Dr Galip Ata daha sonra Süheyl Ünver bu görevi üstlenmişlerdi

İlk karantinada 7. yüzyılda Suriye bölgesinde uygulanmıştır. Vebalı hastalar için batı dünyasında ruhlarının kirlendiğine inanılırken İslam dünyasındaki dönemin bilimsel verileri ışığında tıbbi tedavi ediliyorlardı (Haçlı seferleri dönemi:1095-1291). Bu hastanelerin kuruluşundan tam 600 yıl sonra batıda ilk defa Strazburg'da bir hastane kurulmuştur. Kanın durdurulması, damarın dikilmesi ve anastomoz ilk defa Ebul Kasım ez-Zehravi tarafından bulunmuşken 1552 yılında Fransız operatör (Pare) (tamamen bilgi hırsızlayarak) kendisinin bulduğunu ifade etmiştir.

Batıda Tıp mektebi ilk defa 11. yüzyılda İtalya'nın güneyinde Salerno kentinde küçük bir okul olarak açılmıştır

Yine İslam medeniyeti tıbbında ez-Zehravi tarafından bulunan ameliyat dikiş ipliği katgüt yüzyıllar sonra batı dünyasında kabul edilebilmiş ve bilgi hırsızlığı yoluyla kendilerine mal edilmiştir.

Yunanca ‘’yılan’’ın karşılığı askalabos, temsil ettiği sağlık tanrısına adını (Asklepios )vermiş ve Tanrının şifa verici gücünü temsil eden asaya sarılı sembol

Mısırda Tıp 

Hasta, hekimlerin çözemedikleri konuları tanrı Horos’a dua ederek geçirmelerini isterdi. İlaç bulamadıklarında da başka bir tanrı olan Thot’a yalvardıkları papirüsler de mevcuttur.


Hint medeniyetinin Sanskritçe olan rig veda milattan önce 1500 yıllarında yazılmıştır. milattan önce 700 yıllarında ise Ayur Veda’lar içinde tıbbi metinler bulundurmaktadır

 Hintli Charaka’nin Samhita korpus adlı eseri önemlidir. Ve Galen’in çağdaşıdır.

Örneğin Abdullah ibni Mukaffa, Beydeba'nın ‘’Kelile ve dimne’’'sini tercüme ederek ilk defa çok kıymetli bir eseri İslam medeniyetine kazandırmıştır. Tıp alanında yapılan Hint’li ilk çeviri Charaka nin Samhita adlı eseridir. Diğer bir eser önemli bir tabip olan Zanta nin Fi-terkibis sumum yani zehirlerin bileşimi adındaki eseridir. Buna benzer birçok eser halife Harun Reşit zamanında tercüme ettirilmiş ve Hintli tabipler Bağdat’da veba salgınlarının tedavilerine önemli katkılar sağlamışlardır.

İlk tabip Asklepios’tur. (Apollonun gayrı meşru çocuğu olduğu için annesi yakılırken karnından çıkmış ve masumdur.)(MÖ. VI.yy)

 

Mikroteknik Dersi LSD İlacı Robert Hoffman

 Not: Bu ödev yalnızca Tıp Fakültesinde sunum için hazırlanmıştır.




ilk kez humphry osmond adlı bir psikiyatrist tarafından kullanılarak psikiyatride de yerini almış uçuk bir kavramdır..

eski yunanca'da "psuke"* (ruh) ve "delos" (göze görünen) kelimelerinden oluşmuştur..

hikayesi 1966-69 yılları arasında 
san francisco'da; binlerce "genciz biz delikanlı aktif dinamik heyecanlı" diyen amerikan gençliği tarafından yazılıyor tarih sayfalarına...

1966'da, amerikan değerlerini 
protesto etmek üzere gayet büyük bir grup genç insan san francisco'nun işçi semti haight ashbury'ye yerleşiyor ütopik bir sistem kurmak sevdasıyla... o zamana kadar 700 nüfuslu belde amerika'nın dört bir yanından gelen 10 bin kişilik gençlerle oluyor mu size koskocaman bir "sosyolojik laboratuar"...

özellikle döneme damgasını vuran vietnam savaşı'nın birleştirdiği bi devasa gençlik güruhu; 
siyasetten müziğe, edebiyattan modaya kadar çeşitli alanlarda marjinaleğilimlere öncülük ediyorr, "karşı kültür" diye adlandırdıkları yeni bir felsefenin ebeveyni oluyorlar...

efendim bu yeni felsefeye uygun olarak 
aşk sözleri yerini politik mısralara, melodik notalar ise ritmik tınılara bırakmış şarkılarla bezenmiş konserler, happeningler ve şiir okuma partilerinin devamlılığı hippi kavramının da doğumuna annelik eder...

tabi ki bu protestocu amerikan gençliğinin en önemli özelliği lsd kullanmaları...

algılama düzeninde bozulma ve sapma yaratan bu uyuşturucuların, özellikle o dönemde psikedelik müziğin mabedi haline gelen fillmore*'daki konserlerde kullanılan rengarenk ışık şovlarının da pekiştirici yan desteğiyle beyinde yarattığı görsel ve işitsel etkiler tabi ki ister istemez yaptıkları sanatsal üretime yansımaya başlar... buna algılama problemi mi yoksa algılama başarısı mı demek lazım bilemiyorum...

işte günümüzde tüm dünyada yerini almış psikedelik
* kavramı böyle doğar and they lived happily ever after...

lakin bu hikayede gökten 3 elma düşmemiş... lsd'nin algılamada yarattığı distorsiyondan mütevellit, hikayenin sonu da uçuk olur ve yerden 3 
elma göğe çilk kez humphry osmond adlı bir psikiyatrist tarafından kullanılarak psikiyatride de yerini almış uçuk bir kavramdır..

 

eski yunanca'da "psuke"* (ruh) ve "delos" (göze görünen) kelimelerinden oluşmuştur..

 

hikayesi 1966-69 yılları arasında san francisco'da; binlerce "genciz biz delikanlı aktif dinamik heyecanlı" diyen amerikan gençliği tarafından yazılıyor tarih sayfalarına...

 

1966'da, amerikan değerlerini protesto etmek üzere gayet büyük bir grup genç insan san francisco'nun işçi semti haight ashbury'ye yerleşiyor ütopik bir sistem kurmak sevdasıyla... o zamana kadar 700 nüfuslu belde amerika'nın dört bir yanından gelen 10 bin kişilik gençlerle oluyor mu size koskocaman bir "sosyolojik laboratuar"...

 

özellikle döneme damgasını vuran vietnam savaşı'nın birleştirdiği bi devasa gençlik güruhu; siyasetten müziğe, edebiyattan modaya kadar çeşitli alanlarda marjinaleğilimlere öncülük ediyorr, "karşı kültür" diye adlandırdıkları yeni bir felsefenin ebeveyni oluyorlar...

 

efendim bu yeni felsefeye uygun olarak aşk sözleri yerini politik mısralara, melodik notalar ise ritmik tınılara bırakmış şarkılarla bezenmiş konserler, happeningler ve şiir okuma partilerinin devamlılığı hippi kavramının da doğumuna annelik eder...

 

tabi ki bu protestocu amerikan gençliğinin en önemli özelliği lsd kullanmaları...

 

algılama düzeninde bozulma ve sapma yaratan bu uyuşturucuların, özellikle o dönemde psikedelik müziğin mabedi haline gelen fillmore*'daki konserlerde kullanılan rengarenk ışık şovlarının da pekiştirici yan desteğiyle beyinde yarattığı görsel ve işitsel etkiler tabi ki ister istemez yaptıkları sanatsal üretime yansımaya başlar... buna algılama problemi mi yoksa algılama başarısı mı demek lazım bilemiyorum...

 

işte günümüzde tüm dünyada yerini almış psikedelik* kavramı böyle doğar and they lived happily ever after...

 

lakin bu hikayede gökten 3 elma düşmemiş... lsd'nin algılamada yarattığı distorsiyondan mütevellit, hikayenin sonu da uçuk olur ve yerden 3 elma göğe çıkar...ıkar...

 

Psikedelik veya saykodelik ilaçlar, beyinde serotonin reseptörlerini aktive ederek çeşitli bilinç bulanıklıklarına ve halüsinojenik etkilere sebep olan ilaç grupları olarak tanımlanır. Çoğu psikedelik kimyasal, günümüzde terapötik amaçla kullanılmasa da, çalışma mekanizması ve geçmişte kullanım amacı bakımından halen ilaç kategorisinde sınıflandırılmaktadır.

Psikedelik ilaç grubu, farmakolojide stimülatörler (çeşitli reseptörleri uyaran kimyasallar) ve opioidlerden (güçlü analjezik etkiye sahip morfin benzeri kimyasallar) farklı olarak, sıradan bilinçli deneyimleri farklılaştırma özelliğine sahiptir. Stimülatörler, çeşitli vücut fonksiyonlarında performansı artırma özelliğinde kimyasallardır.

Opioidler ise öncelikli amacı analjezik etki olmak üzere, aynı zamanda öforik etkiye (zevk ve heyecanın yoğun hissedilme durumu) de sahip olmasından dolayı kontrollü kullanılan bir ilaç grubudur. Bunlara rağmen psikedelik ilaç grubunda transa geçiş, dini huşu, rüya görme ve hatta ölüme yakın deneyim gibi normal sayılmayacak etkiler gözlenir.

 

 

 

 

 

Liserjik asit dietilamid, kısaca LSD ya da LSD-25, veya halk arasında bilinen ismi ile asit, yarısentetik psikoaktif bir halüsinojendir.. İlk olarak 1936-1943 yılları arasında Albert Hoffman tarafından çavdar mahmuzunda bulunan ergotaminden sentezlenmiştir. Günümüzde ve tarih boyunca genellikle keyif verici olarak veya ruhani amaçlar için kullanılmıştır. 1960'ların karşı kültüründeki yeri sebebiyle çok yaygın olarak bilinir.

 

Açık ve kapalı göz halüsinasyonları, değişen boyutsal zaman algısı, sinestezi etkisi, ruhani deneyimler ve değişen düşünce süreci gibi psikedelik etkileri vardır. Ayrıca göz bebeklerinin büyümesi, taşikardi, yüksek tansiyon ve vücut ısısının artması, terleme, iştah kaybı, ağız kuruması gibi fiziksel etkilere neden olur. Bilim ve tıp dünyasının görüşüne göre bağımlılık yapma potansiyeline sahip değildir.[1]

 

Ön beyinde 5-HT2A ve diğer alakalı reseptörlerinin doğrudan agonistidir ve bu serotonejenik etkiye yol açar.[2] D2 resptörlerinde de benzer etileri olması LSD'nin aynı zamanda dopaminerjik özelliklerine sebep olur.[3] LSD; oksijen, morötesi ışık ve çözelti içinde klora karşı duyarlıdır ve ışık ve nemden uzak tutulursa uzun yıllar dayanabilir. Saf haliyle kokusuz, renksiz ve hafif acı bir tada sahip kristal yapılı bir moleküldür.

 

LSD yaygın olarak emici kurutma kağıdı, jel tabletler, şeker küpü veya jelatin üzerine dökülerek satılır ve dil altı veya ağız yoluyla alınır. Eşik dozu 20-30 mikrogram olan LSD'nin, alınan doza göre bakıldığında en güçlü halüsinasyon gördüren maddelerden biri olduğu kabul edilmektedir. Halüsinasyon gördüren mantarlardan 100 kat, Meskalin'den 4000 kat daha güçlüdür.[4] Ancak LSD çok düşük dozlarda, bu maddeler ise LSD'ye kıyasla çok daha yüksek dozlarda alındıklarından ötürü etkileri birbirlerine benzerdir.

 

LSD dünyanın çoğu ülkesinde yasaklı bir maddedir, ancak denetleyici yasalar ülkeden ülkeye farklılıklar gösterir. Aynı zamanda LSD'nin tıbbi kullanımı bazı ülkelerde yasal olup, madde hakkında bilimsel araştırmaların yürütülmesine karşı çoğu ülkede engeller de yoktur.[5]

 

Albert Hofmann LSD'yi ilk defa 16 Kasım 1938 tarihinde tesadüfen sentezler. Hoffman 1943 yılında, LSD’nin fizyolojik ve ruhsal etkilerini kendi üzerinde denemiş ve gözlemlerini "My Problem Child" adlı kitabına yazmıştır.

 

« 19 Nisan 1943 Pazartesi günü saat 16.00’da Lysergic Acid Diethylamide Tartarat’ın %0,5 santimetre küp 0,25 miligram LSD içeren tatsız, yavan sıvıyı içtim. Saat 17.00’da baş dönmesi, endişe, kaygı ve tedirginlik başladı. Görmem bozuldu, düşüncelerim dağıldı, içimden gülme isteği geliyor, anlamlı konuşmak için büyük çaba sarf ediyorum, görme alanım sanki karşımda, eşyaların biçimi değişiyor, çevremi lunaparklarda olduğu gibi olağanüstü görüyorum. Bir süre sonra bunların hepsi geçti. Bütün bunları hatırlıyorum, baş dönmesi, görme bozuklukları, çevredeki eşyaların acayip gülünç ve kaba şekilleri... Renkli yüzler belirdi. Belirli bir tedirginlik vardı. Aralıklı olarak başımın, ayaklarımın ve bütün gövdemin ağırlığını duyuyorum, sanki madenle doldurulmuş gibi. Ayaklarda kramplar oluyor... Ellerde soğukluk ve sanki eriyip gidiyormuş gibi bir duygu var. Ağzımda maden tadında bir kuruluk, boğazda sıkışma, korku ve endişe, bilinçte bulanıklık... Bu arada içinde bulunduğun koşullarla gerçek arasında ayrım güçlüğünden doğan bir karışıklık. LSD’yi aldıktan altı saat sonra eski durumuma döndüm. Ancak ufak tefek görme bozuklukları kaldı. Her şey sallanıyor, eşyaların boyutları değişiyor. Sanki onların dalgalanan sudaki yansımasını izliyorum. Üstelik bütün eşyalar hoş olmayan görünümler kazanıyor. Renkler durmadan değişiyor. Yeşil ve mavi renkler üstünlük kazanıyor. Gözlerimi kapayınca fantastik, gerçekdışı biçimler görüyorum. Dikkati çeken bir nokta bütün seslerin gözüme yansıması ve türlü biçimlere dönüşmesi... Her ses, renk bir sanrıya (gerçekte olmayan olguları var gibi algılamak) dönüşüyor. Bunlar renk ve gölge olarak sürekli değişiyor. LSD’yi aldıktan sekiz, on saat sonra şiddetli bir uyku bastırdı. Ertesi gün biraz yorgun kalktım. »

(Albert Hoffman 1943)

1947 yılında Santos Laboratuvarları tarafından Delysid adıyla çeşitli psikiyatrik kullanım amaçlarıyla piyasaya sürülmüş bir ilaçtır. LSD hızlı bir şekilde umut veren bir tedavi ajanı olarak görüldü. CIA, 1950'lerde LSD'yi kimyasal silah ve akıl kontrolü için uygulanabilir olduğunu düşündü ve MKULTRA araştırma programı kapsamında genç askerler ve öğrenciler üzerinde denendi. Sonrasında 1960'larda Batı dünyasındaki genç neslin eğlence amacıyla ilacı kullanması politik tartışmalara yol açtı ve sonrasında ilaç yasaklandı. Halen kimi kurumlar LSD ve benzeri uyuşturucuların tıbbî ve ruhanî kullanımı için yapılacak araştırmalar için fon ayırmakta, teşvikte bulunmakta ve koordine etmektedir.

 

Formlar

LSD genellikle dil altına koymak sureti ile veya ağız yoluyla tüketilir. Elde edilen LSD örneklerinin kuvvetleri doz başı yirmi ile seksen mikro gram arasında değişiklik göstermektedir. 1 gram LSD yaklaşık 10.000 adet yüksek dozlu ürün üretmek için yeterlidir. Bir toplu iğne başı kadar LSD; kullanan şahsın kendisinden geçmesini sağlaması için yeterlidir.

 

Bazen mikrodot adı verilen tabletler veya windowpane lakaplı jelatin formlarında bulunsa da,[6] LSD genellikle “kâğıt parça asit” (İngilizce: blotter) olarak satılmaktadır. LSD'nin bu formu renkli, parlak ve üzerinde çoğu zaman desenler veya resimler bulunan kâğıt tabakalarına emdirilmiş olarak bulunur.[6] Sıvı olarak jelibon veya şekerlere de damlatılabilir. Son zamanlarda bant ya da çıkartma benzeri parçaların da işlendiği ortaya çıkmıştır, vücuda yapıştırılan bant LSD'nin vücut ısısı etkisiyle kana karışması sonucu etkisini gösterir. LSD’nin sokaktaki veya zamana göre değişik formlarını tanımlamak amacıyla her dozda ve tabakada değişik tasarımlar olduğu görülmüştür. 1969'dan beri yaklaşık 200 farklı LSD tableti, 1975'den beri ise 300'ü aşkın farklı kağıt tasarımı bulunmuştur.[6]

 

 

İki doz LSD emdirilmiş kağıt ve kibrit

 

 

 

LSD kağıtları üzerlerinde desenler içerir

 

 

 

LSD emdirilmiş kağıtta Albert Hofmann tasviri

 

 

 

LSD, mikrodot adı verilen tablet formunda da bulunur

 

Etkiler

 

LSD'nin yol açabileceği olası fiziksel etkiler

LSD'nin etkileri, alınmasını izleyen 20-60 dakika içinde başlar ve 6-12 saat sürebilir. Etkiler, doz seviyesine, yaşa, vücut ağırlığına, maddeye karşı toleransa ve alan kişinin içinde bulunduğu çevre ve duygu durumuna göre çok değişken olabilir.[7]

 

Fiziksel etkiler

Gözlemlenebilen fiziksel etkiler; göz bebeklerinin büyümesi, kalp atışındaki artış, kan basıncının ve vücut ısısının artması, terleme, iştah kaybı, uyku, ağız kuruması ve titreme olarak belirtilebilir. Ayrıca beyinde serotonin hormonunun salınımına sebep olduğundan dolayı serotonin hormonları kaslara etki eder ve bunun sonucu kullanıcılar etkisindeyken çene kaslarının aşırı kasılması sonucu ağızlarını sıkı tutarlar, diğer vücut kaslarında uyuşukluk da görülür.

 

Duyusal etkiler

Kullanıcılar sıkça yoğun renkler, bozulmuş şekiller ve ölçüler, ve eşyaların hareket ettiklerinin görüldüğünü belirtmişlerdir. Seslerin bozulması ve yer ve zaman algılamadaki değişimlerde belirtilen ortak tecrübelerdir.[8] Yüksek dozlarda sinestezi olarak bilinen, bir duyunun uyarımının otomatik olarak başka bir duyu algısını tetiklemesi gözlemlenebilir. Albert Hofmann'ın da aralarında bulunduğu bazı kullanıcılar ağızlarında metalik bir tat hissettiklerini de not etmiştir.[9]

 

Psikolojik etkiler

LSD'nin en önemli etkilerinden bir, halk arasında trip olarak da adlandırılan görsel halüsinasyonlara ve yanılsamalara yol açması, algılama yapısını değiştirmesi ve kullanan kişiyi gerçeklikten uzaklaştırmasıdır.[10] Buna rağmen psikolojik etkiler ve hissedilen duygular büyük oranda alınan doz ile beynin bu halisünasyon ve duyusal değişiklilere verdiği tepki ile alakalıdır. İyi geçen deneyimler keyif verici ve uyarıcı etkilere sahip olup, kullanan kişide, yükselme veya süzülme hissi, neşe ve öfori, açık bir zihne veya süper güçlere sahip olduğu inancı ve kendini tutmanın azalması gibi durumların oluşmasına neden olabilir.[10] Kötü deneyimler ise bad trip olarak adlandırılır ve umutsuzluk, paranoya, tedirginlik ve endişe, zarar verme isteği gibi etkilere yol açabilir.

 

Riskler

 

LSD'nin bağımlılık düzeyi

Şimdiye kadar aşırı doz kullanımından herhangi bir ölüm rapor edilmemiş olmakla beraber, kullanıcılara LSD olarak 25-i NBOMe verilmesi sonucu ölümler olmuştur. Aynı zamanda maddenin bağımlılık yapmadığı görüşü tıp dünyasında hakimdir. LSD maddesinin esas riskleri çoğunlukla psikolojik ve kısa sürelidir.

 

Bad trip

Bad trip olarak da adlandırılan akut negatif tecrübeler LSD kullanımı ile anılan en belirgin risklerden biridir. Bad trip, ilk kez kullananlarda veya deneyimli kullanıcılarda görülebilir, ancak ne zaman oluşacağını kestirmek mümkün değildir.[10] Özellikle uygun olmayan mekanlarda doz ayarlamasının yanlış yapılması sonucu yaşanabilir. Yabancı, yoğun veya karışık ortamlarda tetiklenmesi daha sık görülür. Hoş olmayan ve korkunç tecrübeler daha çok kullanan kişi zaten tedirgin veya melankolik ise yaşanmaktadır. Böyle bir kimse paniğe kapılabilir ve paranoya yaşar. LSD merak edilir ve özenilecek etkisi göz önünde bulundurulduğunda kayıtlara geçen kötü deneyimlerin sayısı 1960’lı yılların medya konusu olmasıyla büyük oranda artmıştır. Kötü yolculuk tecrübeleri, medyanın ilgisinin 1960’ların sonuna doğru gittikçe azalmasıyla beraber düşmüştür. Diğer yandan 1970’li yıllarda LSD kullananların sayısı artmaya devam etmiştir.

 

Akıl sağlığı

LSD kullanımı çoğu zaman önceden tahmin edilemeyen bazı akıl sağlığı riskleri ile beraber anılmaktadır. Klinik araştırmalar incelendiğinde, LSD'nin kronik problemsel etkileri yaşandığı takdirde, çoğunlukla zaten var olan, madde alımından önce de mevcut psikolojik sorunlardan kaynaklanmaktadır. Örneğin ailesinde şizofreniye yatkınlığı olan kullanıcılarda psikoza girme olsılığı LSD kullanımı ile artarken, sağlıklı bireylerde böyle bir bağlantı bulunmamaktadır.[11]

 

Nadir de olsa bir LSD fenomeni olan “flashback” (geriye dönüş) ciddi negatif sonuçlar yaratabilir. Bu durumu yaşayan kişilerde LSD'nin etkilerinin geçmesinden çok sonra bile LSD kulandıkları zaman yaşadıkları deneyimleri yeniden hatırlama ve yaşama gözlemlenir. Bu durum için “halüsinasyonların sebep olduğu algılama bozukluğu” adlı bir hastalık terimi geliştirilmiştir ve üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar devam etmektedir.[12] Ayrıca LSD etkisi altındaki bireylerin telkinlere çok daha ittiatkar cevap verdikleri ve kendilerine sunulan ifadeleri daha kolay kabul ettikleri gözlemlenmiştir.[13]

 

Yasal durum

Birleşmiş Milletler'in 1971'de kabul ettiği Psikotrop Maddeler Sözleşmesi, sözleşmeyi imzalayan tarafların LSD'yi yasaklamasını şart koşmuştur. Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Yeni Zelanda ve Avrupa'nın çoğu dahil olmak üzere sözleşmeye taraf olan tüm ülkelerde yasa dışıdır. LSD ile yapılan tıbbi ve bilimsel araştırmalara ise 1971 BM Sözleşmesi kapsamında izin verilmiştir.[5]

 

Ancak, bu yasaların uygulanması ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Örneğin LSD kişisel tüketim için Meksika gibi ülkelerde yasadışı olmasına rağmen suç olmaktan çıkartılmışken,[14] Çekya gibi ülkelerde LSD bulundurmanın cezası araba yanlış park edildiğinde alınan ceza ile eşdeğer yaptırımlara sahiptir.[15] ABD ve bazı diğer Batı ülkelerinde daha ağır cezalar bulunmaktadır.

 

LSD, belirli ruhsal bozukluklar; özellikle de şizofreniye sahip olan insanların kendileri ve diğerleri arasında ayrım yapmasını, günlük zihinsel görevlerini ve sosyal etkileşimlerini bozabilir. Bu bağlamda Zürih’teki Üniversite Psikiyatri Hastanesinde bulunan araştırmacılar, LSD’nin insanların algısını nasıl değiştirdiğini inceleyerek, şizofreni hastalığını tedavi etmek için deneysel ilaçlara yönelik hedefler bulmayı amaçladılar.

 

https://www.webtekno.com/bilim-insanlari-lsd-nin-insan-vucuduna-etkisini-arastirdilar-h42709.html

 

Çoğu insan LSD’yi (liserjik asit dietilamid) düşündüğünde aklına Woodstock’ta halüsinasyon halindeki hippiler gelir. Ancak ilacın orijinal kullanımı psikoterapötiktir. 1960’lı yılların başında araştırmacılar, LSD’nin ileri dereceki kanser hastalarında depresyonu, anksiyeteyi ve ağrıyı azalttığını ortaya koydular. Son zamanlarda ise ilacın faydalarına olan ilginin arttığı görüldü.

 

2014 yılında, İsviçreli psikiyatr Peter Gasser, LSD’nin ağır anksiyete bozukluğunun sebep olduğu semptomları hafifletebileceğini gösteren bir çalışmanın sonuçlarını yayınladı. Yine 2016 yılında Imperial College London‘da yapılan bir çalışmaya göre, LSD’nin uzun dönemde iyimserliği ve açıklığı (openness) arttırabileceği gösterildi.

 

Başarısız ilaç durumu

İlk çalışma Zürih Üniversitesi'ndeydiHofmann sentezlenmiş alkaloid özellikleri. Anlaşıldığı üzere, aşırı derecede düşük toksisiteye sahipti, yani bir insan aşırı dozundan neredeyse ölmedi. (İkincisi modern istatistiklerle teyit edilir: varlığının 70 yılı boyunca, bu gibi durumlar kaydedilmemiştir). Bilim adamları tarafından belirlenen ölümcül LSD dozu, sadece kozmik olduğu ortaya çıktı, normalden yüzlerce kat daha fazlaydı.

 

LSD'nin vücut üzerindeki etkisinin 1 / 3'den yarım güne kadar devam ettiği belirlenmiştir. Uygulamadan üç gün sonra, madde vücuttan tamamen çıkarıldı ve varlığı izleri tespit edilmedi.

 

Advertisement

 

Araştırmacılar bu ağır ilacın kişinin ona alışmasına neden olmadığını ve sağlığını etkilemediğini fark etti. Ayrıca çılgınlığı kışkırtmadı.

 

Yukarıdakilerin ışığında, neredeyse iki içinon yıllardır (1960'ların sonuna kadar) LSD yasaklanmamıştı. 60'larda, bilim adamları yardımlarıyla alkolizm, kronik depresyon tedavi etmeye çalıştı. Bu amaçla, bir alkaloid özelliği, katarza yakın güçlü duygusal reaksiyonlara neden olmak için kullanılmıştır.

 

SSCB'de LSD

Sovyetler Birliği'nde boom asit geldiYeniden yapılanma. Bu ilacın eylemi sanatsal bohemia iki temsilcisi tarafından yaşandı: Barry Alebasov ve Boris Grebenshchikov. "Akvaryum" grubunun liderinin açıkça "puslu" bir şarkı yarattığı "Mavi Gökyüzünün Altında, bir Altın Şehir var ..." diye bir tesadüf değil. Buradaki dinleyiciler, içindeki görüntülerin rengarenkliğinden etkileniyor.

 

 

 

 

 

 Sunum